Ana içeriğe atla

EDEBİYATTA DİLİN ÇEŞİTLİLİĞİ

 


 

Bir metin yazarken o metni tek etkileyen unsur yazarın üslup ve konusu değildir. Bir yazarın üslubunu ve sözcük seçimini etkileyen en önemi faktör yapıtın yazıldığı dilin çeşitliliği ile ilgilidir. Bir dil yazarlar için yetersiz kalıyorsa elbette eserlerin sözcük seçimi bakımından yetersiz kalacağı açıktır. Bu nedenle, yazarların dili ve sözcük seçimleri eleştirilirken veya incelenirken o dilin özelliklerine ve çeşitliliğine de göz atmak gerekir.

Bir dilin çeşitliliği pek çok faktöre bağlıdır. Eğer aynı anlama gelen birçok farklı sözcük seçeneği varsa o dil zengindir. Yabancı sözcükler varsa, her ne kadar ana dilin zayıflamasına neden olduğu düşünülse de dili zenginleştiren bir tarafı olduğunu düşünüyorum. Kullanımda olan sözcük sayısı da dili tanımlayan olgular arasındadır. Kullanımda olmayan sözcükleri dile kazandırmaya çalışmak yerine toplum tarafından kabul görecek ve kolay aşina olunabilecek kelimeler üretilmeli ve türetilmelidir. Eğer “yeni doğan” sözcük sayısı, “vefat eden” sözcük sayısından fazlaysa bu gelişen bir dil olur. Bu durum, tıpkı nüfustaki değişim oranlarına ve miktarlarına göre nüfusun tipini belirlemek gibi.

1-      Kullanımdaki Sözcük Sayısı

Dildeki sözcük sayısından ziyade günlük olarak kullanımda olan sözcük sayısının da büyük bir önemi vardır. Örneğin geçmişte kullanılan birçok Eski Türkçe, Arapça ve Farsça sözcük unutulup gitti ki asıl bilinen sözcük sayısı aslında sözlüklerde olduğundan çok daha azdır. Kullanımda olmayan sözcüklerle bir eser vermenin ne yazara veya şaire bir fayda sağlar ne de okuyuculara. Eskimiş kalıplarla ve sözcüklerle yazılan eserlerin daha az insan tarafından okunduğunu tahmin ediyorum. Bu nedenle, bu tarz sözcük seçimleri edebiyatı ve dili zenginleştireceğine olumsuz bir etki yaratarak bireylerin daha az okuyup araştırmasına neden olabilir. Daha az okuyan bir toplumda ise kullanımda olan sözcükler de unutulup gideceğinden dil bir süre sonra kısırlaşır ve yok olup gider.

2-      Yabancı Sözcük Sayısı

Yabancı sözcükler ana dilin yozlaşmasına neden olmasa da asimile olmasına neden olabilir. Ancak ana dile kazandırılmaya çalışan sözcükler “oturgaçlı götürgeç” gibi hem uzun hem de kulağa bir miktar anlamsız geliyorsa toplum tarafından benimsenmeyecektir. Üstelik, ana dile uyarlanmaya çalışan sözcüklere karşı bir tepki olacaktır.

Yabancı sözcükleri ana dile uyarlamak yerine yabancı sözcükleri dile kazandırmak daha mantıklıdır. Hem yabancı dil öğrenimini kolaylaştırarak evrensel bir iletişime daha kolay geçilebilir hem de dile yeni sözcükler kazandırılarak dildeki sözcük sayısı artırılabilir.

Yabancı kökenli kelimelere veya yabancı kelimelere karşı çıkmak yerine topluma olabildiğince farklı dil eğitimi olanağı sağlanmalı ve insanların günlük kullanımındaki sözcük miktarı artırılmaya çalışılmalıdır.

 

 

3-      Eş Anlamlı Sözcük Sayısı

Eş anlamlı sözcükler, dilin zenginliğine zenginlik katan bir gruptur. Hem eser içerisinde tekrara düşülmemesini ve bu sayede yapıtın akıcı bir şekilde okunabilmesini sağlar hem de dildeki sözcük sayısını artırarak çeşitlilik sağlar.

Genellikle insanlar tek bir kelimenin çok fazla farklı anlamının dile büyük bir zenginlik kattığını düşünür. Elbette, bazı durumlarda bir çeşitlilik kattığı doğrudur ancak çoğunlukla dili fakirleştirip tek düze bir niteliğe bürünmesine neden olur.

Mesela tek bir sözcüğün on farklı anlamı varsa bu kelime şiir yazımında rahatlıkla kullanılabilir. Aynı şekilde sesteş sözcükler de şairler için en uygun seçimlerden olacaktır. Şiire bir derinlik, anlam ve hava katar.  Ancak bu sözcüğün ben düz yazıda kullanılmasına karşı çıkarım. Eğer sade ve yalın bir dil ile yazıyı anlaşılır kılmak istiyorsak neden anlam karmaşası yaratacak bir sözcük seçimi yapalım ki?

Ayrıca tek sorun anlam karmaşası yaratması da değil. Eğer birçok farklı anlam için tek bir sözcük kullanılabiliyorsa bu dil zengin değildir. Yetersizdir ve insanların kullandığı sözcük sayısını kısıtlayan bir durumdur. Yani sadece yazılar yazarken değil günlük iletişimi de olumsuz etkileyen ve iletişim kalitesini düşüren bir olgudur.

4-      Toplum Tarafından Kabul Görecek Sözcükler Üretmek ve Türetmek

Yeni sözcükler üretip türetebilmek için üç temel şart vardır: Çok fazla dil bilmek, çok okumak ve ana dile hâkim olmak. Bu kriterleri sağlayan kişiler gönül rahatlığıyla sözcük üretebilir. Tabii, bu sözcükleri topluma aşılamak ve dile aktarmak adına bu kelimeler ile kitaplar yazılmalı, makaleler yayınlanmalı, gerekirse eğitimler verilmelidir.

Toplumun da yeni sözcükler öğrenmek için hevesli olması şarttır. Bu hevesi ve tutkuyu onlarda oluşturabilmek için insanlara kitap okuma alışkanlığı kazandırılmalı ve dili zenginleştirmenin önemi açıklanmalıdır. Bunu başarabilmek için “ana dilini ve edebiyatı seven” ideal bir topluma sahip olmak gerekir. Umarım, bir gün bu idealize toplum oluşur…

Suzan R. HOFSTEDE

9 Haziran 2022

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜNİVERSİTELİ OLARAK KENDİMİ KEŞFETMEK

    Doğan Cüceloğlu’nun “Var Mısın?" adlı eserini bir buçuk sene önce okumuştum ve çok beğenmiştim. Kitabı o zaman okuduğumda üniversite sınavına hazırlık sürecinde bana yardımcı olmuştu. Kafamda meslek seçimi ve üniversite seçimi gibi şeyleri planlamıştım ancak detayları planlamamda destek olmuştu. Kitabı şimdi de üniversiteye giden bir genç gözüyle okudum ve o anda fark etmediğim başka anlamlar gözüme çarptı. Düşüncelerimi sizlerle de paylaşmayı çok isterim. “Şimdi ve burada, bir başkasının kriterlerine göre var olmaya çabalayan bir insan mısın; yoksa kendi bilincinle oluşturduğun ölçütlere göre seçimlerini yapıp eyleme geçen biri misin?” [1] Kitabın ilk sayfalarından itibaren sık sık hayallere daldım. Kendimi sorguladım. Şu anki konumumu, hayattaki duruşumu sorguladım. Başka insanların kriterlerine göre yaşamak imkânsız. Herkesi aynı anda memnun etmek mümkün değil.   İnsanlar sürekli yorum yaparlar. Sizin kişiliğiniz hakkında, duruşunuz hakkında, başarınız h...

CRUISE MACERASI

    Şu aralar oldukça heyecanlı bir olay yaşıyorum. Annemle bir uluslararası sağlık hukuku kongresinde geldik. Peki neredeyiz şimdi? Tam olarak denizin ortasındayız. Ege denizinde. 4 Ekim Çarşamba akşamı Ankara'dan otobüsle İstanbul'a geldik. Galataport'ta biraz vakit geçirdik. Kahvaltı, gezme dolaşma, kahve içme, sohbet, biraz da ödevlerimi yapma ve ders çalışmayla geçti sabahım. Öğlen 12.00 gibi pasaport kontrollerinden geçip gemiye bindik. Cruise'a. 10 günlük bir turdayım şimdi. Denizde seyir günlerinde kongreye katılıyorum ve geminin içinde annem ve annemin arkadaşlarıyla sohbet edip geziyorum. Geminin içinde tahmin bile edemeyeceğiniz her şey var. Havuzlar, yemek yerleri, barlar, devasa bir tiyatro salonu (kongre sunumları da burada yapılıyor), bowling salonu, spor merkezleri, spa, çocuklar için oyun yerleri, sinema salonu, alışveriş yerleri hatta casino bile var! Ancak en önemli şey yok: İletişim. DÜNYA İLE BAĞLANTIMIZ KESİLDİ "Nasıl yani?" ded...

EHLİYET SINAVIM

    Lise hayatınız bitince ve on sekiz yaşınızı doldurunca gerçekten çok heyecanlı bir sürece atılıyorsunuz. Aşağı yukarı aynı zamanlarda üniversite sınavı, mezuniyet töreni, mezuniyet balosu ve araba kullanmaya başlama serüveni oluyor. Heyecanlı bir yaz tatili sizleri bekliyor. Haziran ayının sonu gibi liseden mezun olduk ve hayatımızın belirlendiği üniversite sınavından kurtulduk. Temmuzun başlarında da ehliyet kursuna başladım. Kursa başlama hikayem de hiç beklenmedik bir şekilde gerçekleşti. Ehliyetimi yaz tatilinde almaya kararlıydım açıkçası. Havalar bozmadan araba kullanmaya alışmak istiyordum çünkü. Ayrıca okul zamanı sürücü kursuna gitmek istemiyordum. Hazır bolca vakit varken rahat rahat kursa gidip kullanmayı öğrenmek istiyordum. Bir gün annemle sürücü kursu aramak için oturduğumuz yere yakın olan kursları gezip bilgi aldık. Bir kursta tam bilgi alırken "Dersimiz beş dakika içinde başlayacak. İsterseniz şimdi kaydolun ya da önümüzdeki ay başlayın dediler." Böyl...