Ana içeriğe atla

DİL GELİŞEN BİR OLGUDUR

 


“Dil” kavramı toplumdaki her kesimi etkilemektedir. Belki en çok yazarları etkiler diye düşünüyor olabilirsiniz ancak durum hiç de öyle değil. Topluma, bir okuyucu kitlesine ulaşamayan bir yazarın yazdığı kitapların, öykülerin, denemelerin bir önemi var mıdır? “Topluma ulaşmaktan” kastım “sanat toplum içindir” anlayışıyla ilgili kesinlikle değil. Sanat toplum için ya da sanat için olmayabilir ama bir insan grubuna hitap etmesi gerektiği gerçeği de göz ardı edilemez.

Hepinize sormak isterim: Dili ağır ve eski bir dille yazılmış bir eseri severek okur musunuz? Konusu gerçekten büyüleyiciyse olabilir. Ancak kitap ile sözlüğün yapışık ikiz gibi olması gerekir. Size vakit kaybettireceğinden -kelimelerin anlamlarına internetten bakmak da bir vakit kaybıdır ve insanı yapılan betimlemelerden ve olaylardan koparır- kitabı bitirmeniz çok uzun sürebilir. Bu da ya o kitabı yarım bırakmanıza neden olur ya da kitap okuma hevesinizi elinizden alır götürür.

Yazarların sadece kitap okuma alışkanlığı kazanmış kişilere değil, kitap okumayanlara da hitap edecek şekilde yazması gerekir. Eğer toplumda daha fazla bireye ulaşmak istiyorsanız okumayan insanlara da bu sevgiyi aşılamalı, en azından kendi kitaplarınızı o insanlara okutmalısınız. O hâlde, ağır ve anlaşılmaz bir dille yazmak akıllıca mıdır?

Yazarlara elbette, gençlerin günlük hayatta kullandıkları saçmasapan sözleri kullanın demiyorum. Ben de lise çağında bir genç olmama rağmen bazen kullandıkları kalıpların anlamlarını bilemiyorum ve çözemiyorum. Yani asıl belirtmek istediğim nokta şu: Amacım dilin yozlaşmasına neden olmak değil, dilin gelişimini sağlamak. Dil yazarların çocuğu gibidir. Bilinçli bir anne-baba gibi dilimizi geliştirmeli, büyütmeli ve güçlü bir kimliğe bürünmesini sağlamalıyız. Her anne-baba gibi bizler de dilimizi geliştirirken onlarla büyüyüp gelişiriz.

Ayrıca, evrendeki hiçbir şey sabit kalmaz. Etrafımızdaki her olguda bir değişim gözlemleriz. Ben şu anda bu satırları yazarken gelişip değişiyorum, sizler bunları okurken farklı bireyler oluyorsunuz, bahçedeki ağaçların yaprakları ise yeşerip çiçekler açarak değişiyor. Değişim bu kadar açık-seçik bir durumken gelişim ve değişim önlenebilir mi? Ya da önlemeye çalışmak doğru olur mu?

Varlığın oluş olduğunu savunan Herakleitos gibi ben de değişimin olduğuna içtenlikle inanırım. Ancak şu noktada yanılıyor gibi: Her varlığın değişimi, kendisinin “zıttı” ile sonuçlanmaz. Örneğin her değişen varlık gibi dil de değişir. Dil yaşayan bir varlık gibidir. Sizce gerçekten dilin değişip gelişmesi kötü bir sona mı neden olur? Yoksa yüzlerce yıl önce eskimiş ve anlamlarını yitirmiş sözcüklerle yazılan eserlerin o eski versiyonları ile okumaktan mı kurtuluruz? Eski yapıtları okumayalım demiyorum. Aksine eski eserleri okuyup bilinçlendikten sonra o eserlerde anlatılanların üzerine eklemeler yaparak hayatlarımızı geliştirip güzelleştirelim. Tabii, atalarımızın eserlerini okurken zorlanmamız için hiçbir sebep olmadığını da belirtmeliyim. Günümüzde konuşulan bir dile çevirip okuduklarımızı adam akıllı anlamak daha mantıklı değil midir?

Eski yapıtlar için söz konusu olan kriterler, günümüzde yazılan eserler için de geçerlidir. Eski, kullanılmayan sözcükleri “yaşatma sevdası” içinde yazılar yazarak bir yazarın yaptığı tek bir şey vardır: Kalıcı bir yazar olamamak. Şimdi yazdığım kitaplar da ileride eski bir dile sahip olacak. Bu nedenle, ben de eserlerimin o gün kullanılan dile adapte edilmesini çok ama çok istiyorum. Ne de olsa asıl amaç eski dili yaşatmak değil, yeni dile sahip çıkarak gelecek nesillere de sesimizi duyurabilmek…

Suzan R. HOFSTEDE

1 Haziran 2022


 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜNİVERSİTELİ OLARAK KENDİMİ KEŞFETMEK

    Doğan Cüceloğlu’nun “Var Mısın?" adlı eserini bir buçuk sene önce okumuştum ve çok beğenmiştim. Kitabı o zaman okuduğumda üniversite sınavına hazırlık sürecinde bana yardımcı olmuştu. Kafamda meslek seçimi ve üniversite seçimi gibi şeyleri planlamıştım ancak detayları planlamamda destek olmuştu. Kitabı şimdi de üniversiteye giden bir genç gözüyle okudum ve o anda fark etmediğim başka anlamlar gözüme çarptı. Düşüncelerimi sizlerle de paylaşmayı çok isterim. “Şimdi ve burada, bir başkasının kriterlerine göre var olmaya çabalayan bir insan mısın; yoksa kendi bilincinle oluşturduğun ölçütlere göre seçimlerini yapıp eyleme geçen biri misin?” [1] Kitabın ilk sayfalarından itibaren sık sık hayallere daldım. Kendimi sorguladım. Şu anki konumumu, hayattaki duruşumu sorguladım. Başka insanların kriterlerine göre yaşamak imkânsız. Herkesi aynı anda memnun etmek mümkün değil.   İnsanlar sürekli yorum yaparlar. Sizin kişiliğiniz hakkında, duruşunuz hakkında, başarınız h...

FELSEFEDE TEMELLENDİRME

    ÖN SÖZ Hayatımızın her parçasında düşünmek, yaratıcı olmak ve etrafımızdaki bilgileri sorgulamak çok önemlidir. Kitaplar okumayı ve okuduğum kitapları yorumlamayı çok seviyorum. Her geçen sene, hatta her geçen gün, eleştirel düşünme konusunda bir miktar daha geliştiğime inanıyorum. “Eleştirel düşünmenin” önemi hayatımızı ciddi anlamda etkilediğinden, felsefe derslerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bence, felsefe dersleri küçük yaş gruplarına da, adı “felsefe” olmasa bile, “yaratıcı düşünme eğitimi” şeklinde verilmeli. Pandemi başlamadan önce, okulun münazara topluluğuna katılmıştım. Münazara topluluğunda, argümanları nasıl sunduğumuzun büyük bir önemi olduğunu öğrenmiştim. Yaptığımız temellendirmeye göre aynı konuyu iki zıt şekilde sunabilir ve karşımızdaki insanları hangi tarafı seçersek seçelim, bu temellendirmeye göre ikna edebiliriz. Son günlerde en büyük hayalim avukat olmak… Yani “temellendirme” mantığını, savunmayı nasıl yapmam gerektiğini şimdiden ...

EHLİYET SINAVIM

    Lise hayatınız bitince ve on sekiz yaşınızı doldurunca gerçekten çok heyecanlı bir sürece atılıyorsunuz. Aşağı yukarı aynı zamanlarda üniversite sınavı, mezuniyet töreni, mezuniyet balosu ve araba kullanmaya başlama serüveni oluyor. Heyecanlı bir yaz tatili sizleri bekliyor. Haziran ayının sonu gibi liseden mezun olduk ve hayatımızın belirlendiği üniversite sınavından kurtulduk. Temmuzun başlarında da ehliyet kursuna başladım. Kursa başlama hikayem de hiç beklenmedik bir şekilde gerçekleşti. Ehliyetimi yaz tatilinde almaya kararlıydım açıkçası. Havalar bozmadan araba kullanmaya alışmak istiyordum çünkü. Ayrıca okul zamanı sürücü kursuna gitmek istemiyordum. Hazır bolca vakit varken rahat rahat kursa gidip kullanmayı öğrenmek istiyordum. Bir gün annemle sürücü kursu aramak için oturduğumuz yere yakın olan kursları gezip bilgi aldık. Bir kursta tam bilgi alırken "Dersimiz beş dakika içinde başlayacak. İsterseniz şimdi kaydolun ya da önümüzdeki ay başlayın dediler." Böyl...