Bazı insanlar ulaşılan hedefe, bazıları ise ulaşılan hedeften
ziyade yolculuk sırasında alınan keyfe daha çok önem verirler. Her bireyin
bünyesi, hayattaki tercihleri, öncelikleri ve hayatta yaptığı seçimleri
farklıdır. Peki, kendimize belirlediğimiz bir hedefe ulaşmak mı yoksa hedefe
ulaşmak için çalıştığımız süreç mi daha önemlidir? Belki de bu sorunun cevabı
iki şıkka indirilmemeli ve ikisinin harmanlanmış hâli olmalıdır.
Günlük hayatta, arada sırada sadece hedefe kitlendiğimi fark
ediyorum. Kimi zaman kendimi çalışmaya kaptırıp gençliğimin ellerimden kayıp
gittiğini hissediyorum, kimi zaman ise kendime koyduğum oldukça yüksek hedefe
ulaşamadığım için içimi kapkara bulutlar kaplayıveriyor. Aynı sorunu bazen
birkaç gün, bazen birkaç hafta bazen de birkaç yıl sonra düşündüğümde kendi
kendimi boş yere hırpaladığımı anlayıp kendime, çocukluğuma ve gençliğime
kızıyorum. Aslında adı üstünde: “Çocukluk”.
İnsan deneyim kazanmadan veya bazı şeyleri yitirmeden hayatta
önemsiz gibi görünen ama en değerli olan şeylerin farkına varamıyor. Sadece
hedeflerimize kitlenip hayatın tadını çıkaramamak kaybettiğimiz en değerli şey
olsa gerek. Zamanı bir daha geri getiremiyoruz, o zamanki çocuksuluğumuzu,
çevremizdekilerin gençliğini bir daha göremiyoruz. Elimizde kalan tek şey güzel
hatıralar, hoş anılar, dokunaklı duygular ve biraz da eğlence… Peki, anın
tadını çıkaramayan bir kişinin hayatı sizce de boş geçmemiş midir? Hayatını tek
bir şey uğruna feda etmek ve kendimizi, isteklerimizi, hayallerimizi hiç
düşünmeden yaşayıp gitmek gerçekten verilen en doğru karar veya atılan en doğru
adım mıdır?
Aynı şekilde hayatta hiçbir amacımız veya hedefimiz olmadığı
takdirde her gün bizim için aynı anlamsızlığı, değersizliği ve boşluğu taşır. Çoğumuz
pandemi döneminde bu amaçsızlığı ve boşluğu deneyimlemiştir diye tahmin
ediyorum. Pandeminin ilk iki ayında, okulların açılma süresi ertelendikçe ve
insanları endişelendirmek adına yayılan yalan haberler yayıldıkça ben de
inanılmaz bir anlam belirsizliğinde yaşıyor gibi hissediyordum kendimi. Uzayın
boşluğunda kendi kendime uçuyor veya yüzüyor gibiydim. Eğer bir daha evin
ucundan burnumu bile çıkaramayacaksam çalışıp yorulmanın, toplumda yer
edinebilmek için yapılması gereken şeylerin yapılmasına ne gerek var diye
düşünüyordum. Gördüğünüz gibi herhangi bir hedefim veya amacım olmadığından
kendimi kaptırıp hayatın tadını çıkaramama sorunum yoktu. Ancak hayatımdaki
boşluk ve amaçsızlık gene gençliğimin, geri getiremeyeceğim günlerin akıp
gitmesine neden oldu. O zaman belirsizlik içerisinde yüzerken hayatın tadı
çıkarılamadığına göre hedeflerimizin ve hayallerimizin olmaması iyi bir şey
midir, bunu da sorgulamak gerekir.
Çoğu zaman olduğu gibi bu konunun da özü dengede bitiyor. Bir
yandan yaşama amacımızı yitirmemek için bir yandan da hızlı hızlı geçip giden
yıllarımızın her anının tadını çıkarabilmek için hayatımızı ve düşüncelerimizi
bir dengeye oturtmalıyız. Bu dengeyi kurarken amacımıza ulaşabilmek adına
sevdiğimiz işlerle uğraşmalı, her gün hem kendimize hem ailemize hem de
sevdiğimiz diğer insanlara vakit ayırabilmeli, hobilerimizle uğraşmalı, dinlenmek
ve düşünmek için vakit ayırmalı, hayatımızdan memnun olmayı öğrenmeli, mutlu
olduğumuz anların üzerinde durmalı ve en önemlisi her olaydan sevinebileceğimiz
ve neşelenebileceğimiz yönler bulmalıyız. Böylece uzun gibi görünen ama aslında
oldukça kısa olan bu hayat yolculuğunu en verimli, neşeli, tatmin edici ve
mutlu bir şekilde tamamlayabiliriz. Aynı zamanda hedeflerimize de ulaştığımız
için anlam boşluğuna kapılmayıp hep ilerlemeye devam edebileceğiz…
Suzan R. HOFSTEDE
30 Mart 2022
Yorumlar
Yorum Gönder