Sabah güneşinin iç açıcı ışıkları ile uyandım. İçimden bir ses
bugünün çok güzel ve ilginç olacağını söylüyordu. Büyük bir heyecan ve güne
başlama hevesi ile yatakta doğruldum. Ve o anda günün ilginçliği ile
karşılaşmış oldum…
Tatlı, pembe ve şirin pijamam üzerimden dökülüyordu. En başta bu
duruma bir anlam veremedim. Bir gecede pijamamın üstüme bu derece bol ve büyük
gelmesi için çok zayıflamış olmam gerekir… Ki bu pek de mümkün görünmüyor.
Ayrıca pijamamın boyunun da çok uzadığını fark edince gerçeğin farkına varır
gibi oldum. Ellerim pijamanın kollarının derinliklerinde kalmıştı. Hemen
kollarımı sıvayıp ellerime baktım. Çocukluğumdan beri ellerim küçük ve şirindir
ancak şimdi yeni doğmuş bir bebek eli gibi görünüyorlardı.
Durumu tam olarak kavrayamamışken -daha doğrusu kabullenmek
istemezken- boyumu yatağımda duran yastıklarla karşılaştırdım. Pek de iri veya
uzun olmayan yumuşak yastıklarımla aynı boydaydım!
Gerçeğin farkına vardıktan sonra kendime güzel bir kahvaltı
hazırlamak için mutfağa gitmeye karar verdim. Olan olmuştu artık… Yataktan
inmeye çalışırken ayaklarımın yere değmeyişini oldukça garipsedim.
Küçüklüğümden beri yaşıtlarıma göre hep uzun boylu bir kız olduğum için böyle
durumlara pek alışkın değildim. Güç bela yataktan inip üzerimdeki aşırı büyük
ve uzun ev kıyafetlerime veda ettim. Üstüme bir tişört giydim, tabii üzerimde
elbise gibi durdu. Hoplaya zıplaya kapı koluna ulaştım. Kapıyı açarken bir nevi
sabah sporumu da yapmış oldum.
Kapı koluna bile zar zor yetiştiğime göre altmış santimetre falandı
boyum. Belki de eski uzun boyuma kavuşabilmek için bolca süt içmeliydim… Gerçi
bir anda yaklaşık olarak yüz on beş santimetre birden kısalmıştım. Eski hâlime
kavuşabilmek için bol bol süt içmem gerekecek diye kendimce trajikomik bir
espri yapıyor olmama da ayrıca şaşırdım. Bazı değişimler insanı gerçekten
derinden etkiliyor, özellikle de sizin kontrolünüz dışında gerçekleşmişse…
Kahvaltıyı hazırlarken de yeni boyumdan dolayı epey zorlandım. Her
zamanki gibi zengin ve güçlü bir kahvaltı ile kendime bolca enerji topladım. Ne
de olsa bugün fazlasıyla zıplamalı ve koşuşturmacalı bir gün olacak gibiydi.
Hatıra olarak bebekliğimden kalma ayakkabımın hiç bu kadar işe yarayacağını
düşünmemiştim. Demek bugüne kısmetmiş…
Madem tatlı bir kız gibi küçücüktüm, o hâlde bugünümü tatil günü
ilan edip oyun parklarına, gezmeye, sinemaya gitmeliydim. Evimin yakınlarında
çok hoş bir cadde vardı, tıpkı filmlerdeki gibi… Öğle saatleri ve akşamüstleri
tıklım tıklım çoluk çocuk kaynardı orada. Cadde boyunca insanların, binaların
ne kadar büyük göründüğünü fark ettim. İşte her şey bir bakış açısı meselesi.
Bir çocuğun gözünden hayatın ne olduğunu tekrar deneyimlemiş oldum. İlk iş
kendime kocaman bir karamelli ve çikolatalı dondurma almak oldu. Dondurmasız
çocuk gibi olunmaz ki… Bir de yeni boyutlarıma henüz alışamadığımdan elimdeki
iki top dondurma anormal derecede büyük ve iştah açıcı görünüyordu. Kendimi
gerçekten çocuk gibi hissediyordum.
Günün ilerleyen saatlerinde biraz şık giyim mağazalarını gezdim,
duygusal bir romantik komedi filmine gittim, bir iki kere de çocuk
kaydırağından kaydım. (Ama aramızda kalsın, ne yapayım canım, canım çok çekti
işte) Şık kafelerde oturup çayımı kahvemi yudumladım, yanına atıştırmalık
pastalar sipariş ettim. Çevremdeki herkesin bana garip garip baktığının
farkındaydım. Özellikle benden sipariş alan garsonlar bu durumu çok
garipsiyordu. Küçücük bir çocuk nasıl kendi kendine böyle geziniyor diye
sorguladıklarından emindim. Oysa ruhum yine aynıydı: Çocukluk ve yetişkinlik
arasında gidip gelen bir genç kız ruhu… Sabahtan dondurma alırken bu derece
garip bir tepki ile karşılaşmama sebebim, dondurmacı kuyruğuna genelde
çocukların sıra olmasından kaynaklanıyordu sanırım… Ben ise kimsenin bakışına
aldırmadan atıştırmalıklarımı büyük bir keyifle afiyetle yiyordum.
Akşamüstü olunca keyif çattığım kafeden ayrıldım. Bu sakin ve
rahatlatıcı günümü bomba gibi bitirmeliydim. O civarlarda bulunan, kocaman bir
kitapçı bulunuyordu. Tabii şimdi gözüme olduğundan daha da devasa geliyordu.
Kitapların boyutları bile bir anda büyümüştü. Ben hemen favori bölümüme gittim:
“Türk edebiyatı” ve hemen yanında bulunan “felsefe” rafları…
Yaşlı yaşlı profesör görünümlü insanlar, biraz daha orta yaşlı
kadınlar ve erkekler, bazı gençler ve hatta bazı çocuklar bana özenerek
bakıyorlardı. Bu kadar küçük bir kız nasıl olur da bu tarz eserler okuyabilir
diye gözlerini bana dikmiş beni inceliyorlardı.
Aklıma hemen en sevdiğim kitabım geldi. Küçüklüğümden beri çok
istediğim bir hayalim gerçekleşmiş oldu. Roald Dahl’ın “Matilda” adlı eserinde
de beş yaşındaki akıllı Matilda bütün gününü kütüphanede ağır klasikler
okuyarak geçiriyordu. (Hem içerik hem de elinde taşıması açısından ağır
eserlerdi bunlar. Onu şimdi çok iyi anlayabiliyordum.) Küçükken hep onun gibi
olma hayalini kurardım, başka şey dileseymişim olacakmış…
Beğendiğim kitaplardan satın alıp evime doğru yola koyuldum. Bitkin
ama mutlu bir şekilde eve adımımı attım. Eve gelir gelmez uyuyakalmıştım…
O anda yönetmen: “Kestik!” diye bağırdı. Herkesin çok iyi bir iş
çıkardığını ve bugünlük işimizin bittiğini söyledi. Artık filmimizin
yayınlanmasına sadece birkaç haftacık kalmıştı. Kendimi izlemek için de
sabırsızlanıyorum doğrusu. Hem çekim aşaması hem de izlemesi çok keyifli
olacak, buna eminim.
Suzan R. HOFSTEDE
17 Şubat 2022
Yorumlar
Yorum Gönder