Ana içeriğe atla

İLK DENEYİMLER İLK HEYECANLAR

 

 

Yıl 2013… Güneşli, umut dolu ve benim için bir dönüm noktası olacak hoş bir yaz günü… Güneş’in gülüşü mutluluğuma mutluluk katarken kuşların bugünün anlam ve önemine özel bana hazırladıkları senfoni orkestrası insanı daha da huzur ile dolduruyor.

Bugün benim için heyecan verici bir gün. Hayatımda ilk kez piyano resitali vereceğim. Henüz dokuz yaşında olmama rağmen devasa bir konser salonunda olağanüstü bir piyano dinletisi yapacağımdan dolayı hem mutlu hem de cıvıl cıvıl hissediyorum.

İlginç bir şekilde böylesine büyük bir konser verecek olmama rağmen bende hiçbir heyecan ya da kalp çarpıntısı benzeri bir his yok. Hep öyle olur zaten. Önemli bir konuşma, gösteri, konser vermeme iki dakika kala aşırı derecede heyecanlanıveririm. Ancak heyecanıma rağmen her şey yolunda, planlandığı gibi ve iyi gider.

Bu muhteşem güne keyifli bir şekilde başladım. Annemle birlikte bir önceki akşam leziz mi leziz bir çikolatalı kek yapmıştık. Bugünün şerefine kahvaltıya koca bir dilim kek ve sıcak süt keyfi ile başladım. Bir yandan güle oynaya kahvaltımızı ederken bir yandan da akşam konserimin hayalini kuruyorduk birlikte. Annemin gözlerinin dolduğunu fark ettim bir anda. Benim başarım için duygulandığını elbette anlamıştım ama onun da onayını almak için niye ağlayacak gibi olduğunu sordum. Çocuk aklı işte, ne olacak?

Annem elbette duygusallıkta zirve yapmış bir biçimde bana sarılıp yanağımdan kuvvetlice öptü. Tam bir “anne öpücüğü” denilen tarzdaydı: İnsanı nefes bile alamayacak şekilde sıkarken öpmek… Tabii anneler bu hareketi yaparken küçük yavrularına kalplerindeki o mutluluk ve sevgi enerjilerini vermek için yapıyorlar. Bunu o yaşta olmama rağmen artık çözmüştüm ve sesimi çıkarmadım.

Uzun bir sarılma faslının ardından bana gülümseyerek ve yanaklarından bir iki damla yaş süzülerek konuşmaya başladı: “Seninle gurur duyuyorum anneciğim… Canım kızım benim. Bu akşam herkesi kendine hayran bırakacağından eminim. İleride de çok başarılı olacaksın. Hem konserlerini gelip dinleyeceğiz hem gösterilerini izleyeceğiz hem de konuşmalarına ve sunumlarına katılacağız. Seni çok güzel bir hayat bekliyor…” dedi.

Açıkçası bu konuşma beni çok duygulandırmıştı. Benim de gözlerim doldu ve boğazımda bir kitlenme duygusu hissettim. Bu sözler beni çok mutlu etmişti ama annem ağlayınca benim de her zaman gözlerim dolar, hüzünlenirim bir anda. Ancak ne olursa olsun o gün ağlamayacaktım, kendime söz vermiştim, bugün keyifli ve eğlenceli geçecekti.

O duygusal dakikalardan sonra enerjiyle yerimden fırladım ve doğruca hazırlanmaya gittim. Pembe, önü kısa arkasında upuzun bir kuyruğu olan olağanüstü bir elbiseydi. Yakasında ve kollarında pembeli morlu taşların göz alıcı bir biçimdeki akıyor olması da güzelliğine güzellik katıyordu. Minik bir topuğu olan fiyonklu pespembe bir ayakkabı ve kalp şeklindeki pırıl pırıl parlayan mor çantam ile konser kombinimi tamamlamıştım.

Heyecan içerisinde annemin yanına koşarak saçımı yapmasını istedim. Annem her zamanki gibi saçımı tararken büyük bir keyif alıyordu ve duygulu gözlerle bana bakıyordu. Saçımla oynayışı beni çok rahatlatıyor ve mutlu ediyordu. Uzun yıllardır saçımı yapa yapa evimizin kuaförü olmuştu. Çoğu kuaförden bile daha güzel şekillendiriyordu ipek gibi saçlarımı. Çok havalı ve tepeden bir topuz yaptı. Topuzumu pembe ve mor renklerde, taşlı tokalar ile toplamıştı. Ne yalan söyleyeyim gelin topuzlarından bile daha güzel olmuştu saç modelim. Tabii bunun bir nedeni de benim Rapunzel’inki gibi upuzun ve gür saçlara sahip olmamdı.

Saçlarımı yaptıktan sonra makyaj aşamasına geçtik. Yanaklarıma hafif bir toz pembe allık, gözlerime toz pembe ile beyaz arası bir renkte azıcık far ve ince, küçük dudaklarıma da parlatıcı sürmüştük. Hem çocuksu hem de güzel görünüyordum doğrusu.

Uçuş uçuş elbisemin içinde evde heyecan içerisinde oradan oraya koşturmaya başlamıştım. Bir miktar mutluluk sarhoşluğu vardı üzerimde. Annem hemen yanıma geldi ve konsere çıkmadan önce parçalarımı son bir kere daha tekrar etmemi söyledi. Tabii klasik sözünü söylemeden edemezdi: “Güzel güzel piyanonu tıngırdat da kulaklarımızın pası silinsin…”

Bu sözü üzerine yüzümde afacan bir gülümseme belirdi ve hemen kuyruklu dijital piyanomun başına geçtim. Ayaklarım piyanonun pedallarına ucu ucuna yetişiyordu ama parçaları çalarken benim için herhangi bir sorun teşkil etmiyordu. Ayrıca henüz minicik çocuk ellerine sahip olmam da bazı bölümlerde bir miktar zorlanmama neden oluyordu ama artık parçalarımı çala çala kendimce taktikler geliştirmiştim. Çaldığım eserlere kendi yorumumu katmayı çok severdim. Kendi istediğim şekilde inişler çıkışlar yaparak çalınca kendimden geçip daha da duygulu çalmaya başlardım. Son tekrarlarımı yaparken annem fırsatı kaçırmayıp benim videomu çekti. Sonradan kendimi dinleyince beğenmiştim çalışımı doğrusu…

Evden çıkmadan poz poz fotoğraflarımı çektik ve sohbet ede ede konser salonunun yolunu tuttuk. Annemle ben arkadaki kulisten girdik salona. Annem bana son bir kez daha sarılıp başarılar dileyerek beni kuliste bıraktı. Kuliste vakit geçirirken çaktırmadan bir yandan gelen insanların ne kadar çok olduğuna ve annemin nerede oturduğuna bakıyordum. Bir süre sonra arkadaşlarımın, akrabalarımın, öğretmenlerimin ve benim tanımadığım daha birçok kişinin içeriye doluştuklarını izliyordum. Her yer tıklım tıklım dolmuştu. Konserden önce görüşmeye geldiğimiz zaman salonun üç bin kişilik olduğunu öğrenmiştik. Bu nedenle bu koca salonun tamamen dolması hem hoşuma gitmişti hem de beni biraz tedirgin etmişti.

Konserimin başlamasına on dakikadan az kalmıştı ve beklediğim heyecan patlaması anı gelmişti: Artık kalbimin güm güm atışını duyuyor, hafiften paniklemeye başlıyordum. Bir anda ellerim çılgınlar gibi terlemeye başladı ve sahneye vuran ışıkların gözümü aldığını fark ettim. O ana kadar bu kadar çok ışığın gözümün içine doğru tutulduğunu anlamamıştım. Demek bu da heyecandan dolayıydı.

Piyano öğretmenim bu heyecanımı fark etmişti sanırım. Konsere beş dakika kala bana bir moral ve motivasyon konuşması yaparak beni sakinleştirmeye çalıştı. Her piyano çalışımda tüm insanların bana hayran kaldığını, bu küçük yaşımdaki zor teknikler içeren parçaları güzel çalışımdan dolayı üstün yetenekli olduğumu anlattı. Kendime olan güvenim elbette bir miktar yerine gelmişti ama heyecanım tamamen geçmemişti.

Bir anda piyano öğretmenimin sahneye açılış konuşmasını yapmak üzere çıktığını gördüm. Demek ilk resitalim başlamak üzereydi. Kısa bir konuşmadan sonra beni yanına çağırdı. Kendimden ve piyano serüvenimden bahsettikten sonra aylardır çalıştığım eserleri çalmak için piyanonun başına geçtim.

Konuşmamı yaparken heyecandan ölmek üzereydim. Piyanonun başına ilk oturduğum an ise kelimenin tam anlamıyla küçük bir kalp krizi geçiriyordum. Ancak endişemi pek de belli etmemeye çalışarak derin bir nefes aldım. Nefesten sonra üzerimdeki heyecan bir kuş gibi uçup gitti ve ufuklarda kayboldu. Önce oturan insanlara göz gezdirdim. Bir yandan da siyah kocaman kuyruklu ve akustik piyanonun muhteşemliğine bakıyordum.

Elbisemin uzun kuyruğunu piyano taburesinin üzerinden arkaya doğru sererek düzelttikten sonra birbirinden ünlü eserleri büyük bir tutkuyla çalmaya başladım. Çaldıkça kendimden geçiyor, kendimden geçtikçe daha mutluluk ve heyecan sarhoşluğu içerisinde çalıyordum. Eserleri çalarken yaptığım inişler, çıkışlar, bağlı çalmalar ve araya kendimce eklediğim arpejlerle şarkıların benimle, ellerimle ve parmaklarımla birlikte dans ettiklerini hissedebiliyordum. Adeta salonda parçalara eşlik eden dansçılar varmış ve herkes benim sayemde keyifle dans ediyormuş gibi hissediyordum. Ellerimi durdurabilsem ben de onlarla birlikte kalkıp dans edecektim neredeyse.

İki saatlik bir konserin ardından epeyce yorulmuştum. Sahneye tekrar piyano öğretmenim çıktı ve duygusal bir konuşmanın ardından birlikte selam verdik. Salondaki herkes ayağa kalkmış bizi alkışlıyordu. Alkışlar yanılmıyorsam on beş dakika sürdü ama bana üç saatmiş gibi geldi. O kadar mutluydum ve kendimle o kadar gurur duyuyordum ki anlatamam. Alkışlar kesildikten sonra bir kez daha selam vererek sahneyi terk ettik. Annem de ağladığından olsa gerek rimeli hafifçe akmış bir vaziyette yanımıza geldi. Annem beni bir kez daha “anne öpücüğü” ile öptü.

Konser bitiminden hem öğretmenim hem de annem, konser boyunca ne kadar sakin kaldığımı söylediklerinde çok şaşırdım. Tüm gösterilerimden ve sunumlarımdan sonra başıma nedense hep bu gelir. Ben “kalp krizi” geçirirken sakin ve kendimden emin bir şekilde akışa devam ettiğim için hiç kimse içimdeki heyecanı ve duygu patlamalarını göremez…

Güle oynaya eve dönerken gelecekte yapacağım konserler ile ilgili hayaller kurarak ve mutlu mesut sohbetler edip şakalaşıyorduk. Ben bir yandan annemle yaptığımız sohbeti devam ettirirken bir yandan da hayallerim nedeniyle bulutların üstünde uçuyordum adeta…

Eve gelir gelmez yorgunluktan anında uyku moduna geçmiştim. Uyurken başka konserlerimin de olmasını dileyip düşleyerek gözlerimi kapadım. Gerçekten hem heyecanlı hem eğlenceli hem de cıvıl cıvıl bir gün olmuştu. Hayal ettiğimden de daha güzel bir gün geçirmiştim…

Suzan R. HOFSTEDE

23 Şubat 2022

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜNİVERSİTELİ OLARAK KENDİMİ KEŞFETMEK

    Doğan Cüceloğlu’nun “Var Mısın?" adlı eserini bir buçuk sene önce okumuştum ve çok beğenmiştim. Kitabı o zaman okuduğumda üniversite sınavına hazırlık sürecinde bana yardımcı olmuştu. Kafamda meslek seçimi ve üniversite seçimi gibi şeyleri planlamıştım ancak detayları planlamamda destek olmuştu. Kitabı şimdi de üniversiteye giden bir genç gözüyle okudum ve o anda fark etmediğim başka anlamlar gözüme çarptı. Düşüncelerimi sizlerle de paylaşmayı çok isterim. “Şimdi ve burada, bir başkasının kriterlerine göre var olmaya çabalayan bir insan mısın; yoksa kendi bilincinle oluşturduğun ölçütlere göre seçimlerini yapıp eyleme geçen biri misin?” [1] Kitabın ilk sayfalarından itibaren sık sık hayallere daldım. Kendimi sorguladım. Şu anki konumumu, hayattaki duruşumu sorguladım. Başka insanların kriterlerine göre yaşamak imkânsız. Herkesi aynı anda memnun etmek mümkün değil.   İnsanlar sürekli yorum yaparlar. Sizin kişiliğiniz hakkında, duruşunuz hakkında, başarınız h...

CRUISE MACERASI

    Şu aralar oldukça heyecanlı bir olay yaşıyorum. Annemle bir uluslararası sağlık hukuku kongresinde geldik. Peki neredeyiz şimdi? Tam olarak denizin ortasındayız. Ege denizinde. 4 Ekim Çarşamba akşamı Ankara'dan otobüsle İstanbul'a geldik. Galataport'ta biraz vakit geçirdik. Kahvaltı, gezme dolaşma, kahve içme, sohbet, biraz da ödevlerimi yapma ve ders çalışmayla geçti sabahım. Öğlen 12.00 gibi pasaport kontrollerinden geçip gemiye bindik. Cruise'a. 10 günlük bir turdayım şimdi. Denizde seyir günlerinde kongreye katılıyorum ve geminin içinde annem ve annemin arkadaşlarıyla sohbet edip geziyorum. Geminin içinde tahmin bile edemeyeceğiniz her şey var. Havuzlar, yemek yerleri, barlar, devasa bir tiyatro salonu (kongre sunumları da burada yapılıyor), bowling salonu, spor merkezleri, spa, çocuklar için oyun yerleri, sinema salonu, alışveriş yerleri hatta casino bile var! Ancak en önemli şey yok: İletişim. DÜNYA İLE BAĞLANTIMIZ KESİLDİ "Nasıl yani?" ded...

EHLİYET SINAVIM

    Lise hayatınız bitince ve on sekiz yaşınızı doldurunca gerçekten çok heyecanlı bir sürece atılıyorsunuz. Aşağı yukarı aynı zamanlarda üniversite sınavı, mezuniyet töreni, mezuniyet balosu ve araba kullanmaya başlama serüveni oluyor. Heyecanlı bir yaz tatili sizleri bekliyor. Haziran ayının sonu gibi liseden mezun olduk ve hayatımızın belirlendiği üniversite sınavından kurtulduk. Temmuzun başlarında da ehliyet kursuna başladım. Kursa başlama hikayem de hiç beklenmedik bir şekilde gerçekleşti. Ehliyetimi yaz tatilinde almaya kararlıydım açıkçası. Havalar bozmadan araba kullanmaya alışmak istiyordum çünkü. Ayrıca okul zamanı sürücü kursuna gitmek istemiyordum. Hazır bolca vakit varken rahat rahat kursa gidip kullanmayı öğrenmek istiyordum. Bir gün annemle sürücü kursu aramak için oturduğumuz yere yakın olan kursları gezip bilgi aldık. Bir kursta tam bilgi alırken "Dersimiz beş dakika içinde başlayacak. İsterseniz şimdi kaydolun ya da önümüzdeki ay başlayın dediler." Böyl...