“Varlık” nelerden
oluşur? Bizleri oluşturan maddeler nelerdir? Varlığın ana maddesi hangi görüşe
göre temellendirilmelidir? İdealizm, materyalizm, düalizm, plüralizm, monizm
gibi pek çok görüş varken bizi “biz” yapan temel şeyin ne olduğunu nasıl
keşfedeceğiz?
Belki de öncelikle
üzerinde düşünülmesi gereken konu “varlıkları” ve “hayatı” anlamlandıran asıl
kavramın ne olduğudur. Hepimizin yaşayışlarını etkileyen ana neden bizim inanç
ve düşünce biçimimiz değil midir? O hâlde “varlık” kavramının açıklamasının ne
olduğuna inanıyorsak o şekilde yaşamaya başlarız. Bunun sonucunda da
düşüncemizi temellendirecek örnekleri hayatımızdan bulup çıkarırız.
Varlığın “oluş”
olduğunu savunan biri muhtemelen karşısına çıkacak zorlukları ve engelleri
birer birer aşarak kendini sürekli geliştirip değiştirecektir. Bu kişi,
Herakleitos’un “varlık oluştur” ve “diyalektik (zıtlıkların birliği ile değişim
sürecinin gerçekleşmesi)” görüşlerini benimsediği söylenebilir. Bu görüşe göre
yaşadığından, hayatından örnekler göstererek gerçekçi bir temellendirme
yapabilir. Peki bu diğer görüşleri yanlış mı kılar? Ya da diğer görüşler bu
durumdan nasıl etkilenir?
“İdealizm”
olgusuna inanan bir kişi ise hayatı boyunca yaşadığı dünyanın bir yanılsamadan
ibaret olduğunu düşüneceği için çevresindeki her maddeye “bu gerçek değil”
gözüyle bakacaktır. Bu nedenle kuşku dolu bir hayat yaşayarak hayatın
güzelliklerinin tadını tam olarak çıkaramayacaktır. Binlerce yıl önce de
günümüzde de “idealizm” kavramı çok ilginç sorular ile temellendirilmektedir. Platon’un
“mağara” alegorisi de “Matrix” gibi filmler de dünyayı “yanlış algılamamız”
veya bir başka deyişle “algılarımızın gerçek olmama ihtimali” üzerinde
durmaktadır. Bu ilginç bir görüş olsa da hayatımızı, yaşam biçimimizi,
davranışlarımızı ve olaylara karşı tutumumuzu ciddi bir şekilde etkileyebilir.
Hayatımız boyunca tatmin olmamız zorlaşır. Bu fikre göre yaşamaya başlasak ve
güçlü temellendirmeler yapsak bile tüm yaşam tarzımız etkilenmiş olacaktır.
Asıl soru ise “idealizm” gerçekten doğru kanıtlar ile mi temellendirilmiş olur,
yoksa düşünce yapımızı hayata entegre ettiğimiz için mi güçlü bir şekilde
temellendirilmiştir?
İdealizmin zıttı
olan “materyalizmi” de inceleyelim… Materyalist görüşe sahip bir kişi,
algıladığı varlıkların ve nesnelerin gerçek olduğuna inandığı için
“algılanabilen dünyada” kolaylıkla tatmin olur. Belki de idealistlere göre daha
rahatlatıcı ve keyifli bir hayat sürer. Yaşama biçimini düşüncelerine göre
şekillendirdiği için; diğer görüşlere sahip bireyler gibi materyalist biri de inandırıcı
temellendirmeler yapabilecektir.
Bu kadar zıt görüşlerin mantıklı temellendirmelere sahip olması,
“varlık” kavramını açıklarken insanlara büyük bir sorun teşkil etmektedir. Eğer
fikirlerimiz ve sorgulamalarımız sayesinde bir görüşü savunmaya başlayıp
hayatımızı bu doğrultuda şekillendiriyorsak “avrlık” denilen kavram bizim
“inancımıza” göre açıklanıyor demektir. O hâlde varlık “öznel”, “sübjektif” bir
olgudur.
Ancak bu durumda karşımıza bir sorun daha çıkmaktadır. Varlıkları
kendi “fikirlerimize”, “düşüncelerimize” ve “yaşam biçimlerimize” göre
şekillendiriyorsak hayatı sorgulamayan biri için “varlık” hatta “hayat” bir
hiçten ibarettir. Bu açıdan Descartes’in: “Düşünüyorum, öyleyse varım.” sözü
“varlık” olgusunu çok güzel bir şekilde özetlemektedir.
Sonuç olarak “varlık” görüşümüz; hayatı anlamlandırışımıza, yaşama
biçimimize ve sorgulamaya bağlıdır. Çevresini sorgulayan her bireye göre farklı
bir “varlık” tanımı vardır. Bu nedenle “varlık” “sübjektifliktir”…
Suzan R. HOFSTEDE
3 Aralık 2021
Yorumlar
Yorum Gönder