Ana içeriğe atla

TÜRK DİLİ VE EDEBİYATI YÜKSEK DÜZEY MAKALESİ

 



 

Araştırma Konusu: Füruzan'ın “Parasız Yatılı” Adlı Eserindeki "Kadın” Olgusunu Feminizm Kuramı Üzerinden Kadın Figürler Bağlamında Değerlendirme

 

Cinsiyet eşitsizliği farklı toplumlarda görülen bir küresel sorundur. Füruzan’ın “Parasız Yatılı” adlı eserinde de dış gerçekliğin “kadın kimliğini” biçimlendirmesindeki etkisi anlatılmaktadır. Kadınların kimliğinin biçimlenmesinde birçok farklı toplumsal gerçeklik etkilidir. Uzam ve dış çevrenin taşra ya da kent olması, kadınların eğitimli olup olmaması ve kadınların kendi statülerini ve toplumdaki konumlarını eşleri üzerinden belirlemeleri başlıca sebepler arasında gösterilebilir. Ayrıca, Füruzan’ın bu eseri yazarken “kadın kimliğini” kadın veya kız figürleri üzerinden okuyucuya aktarması da kitabın odağını biçimlendirmektedir. Eserin, kadınların hayatta güçlü bireyler olarak ayakta durabilmeleri için eleştirel ve gözlemci bir tavır ile yazılmış olduğu söylenebilir.

Bu makalede, eser en çok marksist-sosyalist açıdan incelenecek olmakla beraber eserin bir kadın yazar tarafından yazılmış olması, kadın bir okuyucu tarafından yorumlanıyor olması ve hikâyelerdeki tüm ana figürlerin kız çocukları olması eserin tam olarak feminist edebiyat kuramının tüm alt başlıklarını içerdiğini göstermektedir.

Bu eserde; sosyal, ekonomik ve kültürel birçok farklılığa sahip kadın figürleri bulunmaktadır. Bu farklılıklar, yazar tarafından okuyucuya çatışmalar, diyaloglar, semboller, metaforlar ve betimlemeler üzerinden aktarılmıştır. Ancak her hikâyede figürlerin ortak noktaları da bulunmaktadır.

Anlatıcıların çoğunlukla taşralı küçük kızlar olarak seçildiği görülmektedir. Toplumsal cinsiyet eşitsizliğine karşı direnmeye çalışan ancak düşük bir sosyal statüye sahip kızların ezilişi ve çevresiyle yaşadıkları iletişimsizlikleri eser boyunca anlatılmıştır. “Taşralı”, “Piyano Çalabilmek” ve “Parasız Yatılı” hikâyelerindeki “kız” figürleri toplumdaki ezilen kız çocuklarını temsil etmektedir.

“Taşralı” hikâyesindeki kız figürü, yazarın kendisine yüklediği bir adlaşmış önad olan ‘taşralı’ ifadesiyle diğer öykü kişilerinden ayrılmakta, içine girdiği kent uzamında ve çevrede öteki konumuna indirgenmektedir. Kızın iç dünyasının betimlenmesinde sıklıkla yalnızlık ve yabancılık duygusu öne çıkmakta ve bu durum figürün ağzından “Bu koca kenti yadırgıyorum. Buranın dışındayım (31)” sözleriyle açıkça belirtilmektedir. Öyküde kız figürünün iç dünyası dış görünüşüyle de koşutluk içinde sunulmaktadır. Yazarın birçok öyküsünde modernlikle özdeşleştirdiği “saç uzunluğu” bu öyküde de yer almaktadır. Teyzenin kadının değerini belirleyen bir ölçüt olarak saçın uzunluğunu sunması ve kıza saçlarını kestirmemesini önermesi, kızın bu modern görünen geleneksel anlayışa tepki vermesinin öznesi olmaktadır; çünkü kız, annesinin idealleştirdiği bu dünyada hiçbir şeyin göründüğü gibi olmamasına tepki olarak saçlarını kestireceğini dile getirmektedir. İstanbullu ve modern kadın olmakla taşralı ve geleneksel olmanın kadın üzerinden karşı karşıya getirildiği bu öyküde, kadının hangi tarafta olursa olsun toplum tarafından kendisine biçilen geleneksel rollere sıkışıp kalacağı anlaşılmaktadır. Öyküde olumlu anlamda modern temsili olarak yaratılan teyze figürünün yeğeniyle konuşmasında kadının en büyük ödevinin çocuk doğurmak, fiziksel olarak güzel görünmek ve eşini akıl yoluyla seçerek statü atlamak gibi özellikler olduğunu belirtmesi bunun en temel kanıtıdır. Teyze, okumasına önem verdiği kızı Jale’nin eninde sonunda mantık evliliği yaparak çocuk bakmasını da bu iddialarını desteklemek amacıyla vurgulamaktadır.

Piyano Çalabilmek öyküsü de bir kadın öyküsü olarak anne kız çatışmasına odaklanmakta, derin yapıda maddiyat odaklı yaşam görüşünü savunan annenin zenginlikten doğan kibrine ve yoksullaşmış olmaktan kaynaklı öfkesine ve bu yoksulluğu ona anımsatan kızına yüklenmesini merkeze almaktadır.

“Piyano”; anne kız arasındaki iletişimsizliği, yabancılaşmayı, çatışmayı ve sosyal, kültürel ve ekonomik farklılıkları sembolize etmektedir: “Onu çok yabancılıyordum. Çevremizin dışındaydı onun anlattıkları. Hele o piyano çalma lafı yok mu, en korktuğumdu.” (sayfa 35) Aynı şekilde ceylan derisi ayakkabılar anneyi temsil ederken takunyalar kızı temsil etmektedir ve bu da aralarındaki kopukluğu göstermektedir: “Benim vaktiyle ceylan derisi ayakkabılarım vardı. Sende kibarlığa özenti yok ki. Dağlılara benzeyip çıktın.” (sayfa 36)

“Parasız Yatılı” hikâyesindeki masumiyet ve olgunluğun sembolü küçük kız, büyük bir sorumluluğun getirdiği yük ve yoksulluk sorununun altında ezilmektedir. Yoksulluktan beden eğitimi dersine katılamaması, sosyo-ekonomik açıdan alt tabakada olduğunu göstermektedir. Ayrıca yoksul oluşları ve annesinin kızına karşı tutum ve davranışları, “çocukluğunu” yaşayamamasına neden olmaktadır. Bu alıntılar; yoksulluğu, ailenin sosyal, kültürel ve ekonomik yapısını vurgulamaktadır: “Hiç şımardığı olmamıştır kimseye. Sanki o çocuk olamamıştır.” (sayfa 105), “Sade sen öğretmen olunca n’olacak onları öğrendim. Bize nereye tayin çıkarsa oraya gideriz di mi? / Bu okulu kazanacakların hepsi de benim gibi yoksul çocuklar mı, anne? / Öyle ya, yoksul çocuklar ki, parasız yatılı için imtihan oluyorlar. / Öyleyse ben burayı kazanırım. Üzülme. Artık burada, arkadaşlarım olur.” (sayfa 106)

Güçlü ve otoriter kadın figürleri ise farklı hikâyelerdeki figürlerin bir diğer ortak noktasıdır. “Taşralı Kız” ve “Parasız Yatılı” adlı hikâyelerde, ekonomik olarak iyi durumda olan kadınların güçlü ve otoriter oldukları görülmektedir. Ancak bu kadın figürleri, kendi ayakları üstünde durmayı başarabilseler de kadınları aşağılamakta ve evde bir erkeğin olması gerektiği kanaatindedirler.

“Taşralı Kız” hikâyesindeki teyze figürü, anne ile çatışma yaşamaktadır ve çatışma nedenleri kültürel, sosyal ve ekonomik farklılıklarıdır. Bir Paşa karısıdır ve kocası vefat etmiştir. Buna rağmen “güçlü, özgür ve modern" kadının sembolü olarak evinin düzeni bozulmamıştır.

Taşralı kızın aksine sosyal statünün eğitim ile değil, koca ile sağlandığını düşünmektedir. Annenin: “Tam paşa karısı olacak kadındır.” (sayfa 28) ve “Ne taksa sahicidir.” (sayfa 28) sözleri aralarındaki sosyo-ekonomik farkın bir çatışma oluşturduğunu vurgulamaktadır.

“Vazoda kurumuş, kabuklaşmış leylaklar vardı.” (sayfa 28) alıntısından da anlaşılacağı üzere leylaklar “teyzenin iç dünyasını ve yaşlandığını” temsil etmektedir. Ancak “gençken güzel” şeklinde betimlenmesi ekonomik durumunun iyi olduğunun bir göstergesidir.

Benzer bir şekilde “Parasız Yatılı” hikâyesinde Başhemşire figürünün de hikâye boyunca otoriter bir karaktere sahip olduğu ancak kadınları ezdiği görülmektedir. Toplumun “kadına bakışının” bir sembolü olan başhemşirenin sözleri, kadınların nasıl yargılandıklarını ve ezildiklerini gösterilmektedir: “Kocan ne zaman öldü? Çocuğun var mı? Ciddi ol. Boya falan da istemez. Kendinden mi yanağının, dudağının rengi?” (sayfa 102)

Tüm hikâyelerde, farklı sosyo-kültürel ve ekonomik statülere sahip, ezilen ve kendini ezdirten kadın figürlerinin olduğu görülmektedir. Bu durumun temel nedeni toplumdaki ataerkil yapıdır.  “Parasız Yatılı” hikâyesi haricindeki tüm hikâyelerde kadınların ezilmesi, genel olarak Türk toplumundaki kadınların çoğunlukla ezildiğini göstermek ve eleştirmek içindir.

“Taşralı Kız” hikâyesinde abla, Yurdagül ve Jale figürlerinin ezildiği görülmektedir. Eser boyunca figürlerin betimlemeleri “kadınlık" kavramını veya “sosyo-ekonomik statülerini” ortaya koymaktadır. Bu hikâyede de ablaya ait betimleme “kadınların bedenlerinin metalaştırıldığını" vurgulamaktadır: “Ablamın gittikçe dolgunlaşan bedeni, marulların bahar tadı, yaşamayı adlandırıyordu.” (sayfa 31) “Yaprakları küskün, hastalıklı pencerenin dibindeydi.” (sayfa 31)  betimlemesi ve Yurdagül'ün –hizmetçi kızın- “eğri bacaklı" oluşu, sosyal statüsünü temsil etmektedir. Yazarın isim seçimi de Jale ve Yurdagül arasındaki sosyo-ekonomik çatışmayı vurgulamaktadır. Hem teyze hem de Jale için; “koca" eğitimden daha büyük bir sosyal statü ifade etmektedir. Bu nedenle Jale, eğitim aldığı hâlde ev hanımıdır. Teyzenin ve Jale'nin eğitime bakışları şu alıntıda aktarılmıştır: “Aldığı diploma da süs.” (sayfa 29)

Aynı şekilde “Piyano Çalabilmek” hikâyesinde de anneanne ve nine (annenin kayınvalidesi) figürlerinin de ezildiği sezilmektedir. Anneanne figürü; eşine aşırı derecede bağlı, ezilen kadınları temsil etmektedir. Düşüncelerini aktarırken erkeklerinin gücü ve üstünlüğü hakkında birçok yorum yapmaktadır. Ayrıca “evi, erkek geçindirir" anlayışına sahiptir. “O ölecek adam mıydı?” (sayfa 39) ve “Bir daha bu evde piyano çalınmayacak. Evin erkeği öldü.” (sayfa 41) alıntıları da anneannenin tutumunun bir göstergesidir. “Erkekliği yoktu kardeşimin, ama iyi adamdı. Ne kadın bildi, ne içki, ne kumar. Biz günahkâr kullarız. Az harama içimiz gitmedi.” (sayfa 41), “Kadınsınız, bilemezsiniz, dediler.” (sayfa 40) alıntılarından da anlaşılacağı üzere anneanne; sadece ezilen kadınları değil, toplumun erkeklere ve kadınlara bakışını da sembolize etmektedir. Erkeklerin ahlaksızlıklarını normal karşılarken kadınların toprak meselelerine karışamayacağını da söylemiştir. “İstanbullular bizimle alay ederler be gelin.” (sayfa 36) sözü ile anne ve nine arasındaki çatışma okuyucuya sunulmuştur. Bu sosyo-kültürel çatışma aynı zamanda ninenin oğlu ve anne arasında da görülmektedir. Babanın arkadaş çevresi Kozma'dan iken annenin arkadaş çevresi Kadıköy’dendir. Bu da sadece eşler arasında bir çatışmaya değil, aynı zamanda gelin ve kayınvalide arasında bir çatışmaya neden olmaktadır.

“Nehir” hikâyesindeki tüm kadın figürlerin -hanımefendi (Yusuf Ağa’nın Karısı), anne, hala, abla, ve küçük kız kardeş-ezilmesi de toplumdaki cinsiyet eşitsizliğini ve toplumun kadınlara olan bakışını vurgulamak içindir.

İstanbul’da yaşayan, soylu bir aileden gelen, konuşkan, kısa saçlı ve vali kızı toplum tarafından sert bir şekilde yargılanmaktadır: “Kadın kadın olmayı bilmezse er kişi kadın olanı bulur.” (sayfa 43) “Saç kadının çeyizidir.” (sayfa 48) sözü ile yazar, “saç” metaforunun moderniteyi ve sosyo-ekonomik sınıfı sembolize ettiğini vurgulamıştır. “O çağların yirmi sekiz yaşı adamakıllı korkulu ve umutsuzdu bir genç kız için.” (sayfa 44) alıntısı ise erkeklerin “evlilik ve yaş” ile ilgili bir sorunu yokken kadınların büyük bir baskı altına alındığını göstermektedir. Kadının “Yalnız Yusuf Ağa’nındı.” (sayfa 47) şeklinde tanıtılıyor olması kadınların özgürlüklerinin kısıtlandığını ve bir adama ait olduklarını belirtmektedir. “Erkektir her şey. Kadın kişi nedir ki. İnsanın çilelisi. O hem zengin hem hanımdı.” (sayfa 48) alıntısı, “kadın ve erkek” arasındaki güç ve değer dengesizliğini anlatmaktadır. “Kısır bir kadın, kadın değildir.” (sayfa 49) sözünden de anlaşılacağı üzere toplumda “kadının doğurganlığı” büyük bir öneme sahiptir. Bu önemi “nehir" metaforu da kadının doğurganlığını sembolize ederek vurgulamaktadır.

Varlıklı bir kadın figürü olan annenin çoğu hikâyede olduğu gibi bu metinde de güzel ve boylu, poslu betimlenmesi, betimlemelerin “sosyo-ekonomik” statüyü temsil ettiğinin bir göstergesidir.  Türkçe bilmediğinden suskun olan bu figürün, insanlar tarafından suskunluğu nedeniyle “üstün ve kültürlü” bulunması “kadınların söz hakkına sahip olmadığını” belirtmektedir. Eski bir saraylı olan -sosyo-ekonomik olarak üst tabakaya ait olan- hala figürünün “Her erkek aynıdır.” (sayfa 44) şeklinde bir yorum yapması, ekonomik durumundan dolayı kendine olan güvenini göstermektedir. Ablanın “Saçlarını sal kız.” (sayfa 46) ve “Kadının tüysüzü makbul.” (sayfa 48) Söylemleri kadın bedeninin metalaştırıldığını vurgulamaktadır. On üç yaşındaki bir kıza (küçük kız kardeş figürüne) teyzeleri -yani kadınlar- tarafından söylenen: “Artık gelinlik kız oldun.” (sayfa 48)  sözü, kadınların evlenme konusunda ne kadar büyük bir baskı altında olduğunu belirtmektedir.

“Su Ustası Miraç” hikâyesindeki anne, Döne ve Satı Teyze (aşçı) figürlerinin de aşağılanıp ezildiği hissedilmektedir. Ağa karısı olan anne figürü, Nehir hikâyesindeki küçük hizmetçi kız kardeştir. Okuma-yazma bilmemekte ve düşük sosyo-ekonomik bir sınıftan gelmektedir. “Oğlan doğur; mal mülk, bu topraklar, kimsiz kimsesiz kalmasın.” (sayfa 51) “Toprak başında erkek ister.” (sayfa 55)  sözleri ile ataerkil toplum yapısını vurgulanmaktadır. “Erkeğin harcı, kadının boynunun borcu.” (sayfa 54) alıntısı ise kadınların erkekler tarafından nasıl ezildiğini belirtmektedir. “Ağanın karısı ölmeden önce, ben onun karılığını yaparmışım.” (sayfa 52) alıntısı “kadınların erkeklere ait" olduğunu açıklamaktadır. “Yıllardır erkeksiz bir evi kim idare edermiş!” (sayfa 53) alıntısından da erkeklerin evi geçindirme konusundaki gücü okuyucuya gösterilmiştir. Hizmetçi ve hamile olan Döne figürü, ağır iş yaptığı için bebeğini düşürmektedir. “Evde delikanlı adamlar cıvıl cıvıl hizmet isterler.” (sayfa 55) sözü ise kadınlar ve erkekler arasındaki güç dengesizliğini vurgulamaktadır. “Kuru, kemikli, uzun boylu” şeklinde betimlenen Satı teyze figürü ise yoksulluğundan ve yalnızlığından dolayı bu biçimde okuyucuya aktarılmıştır.

Sosyo-kültürel açıdan düşük bir statüye sahip anne figürlerinin eser boyunca toplumsal sorunlara karşı nasıl direndikleri betimlenmiştir. Bu figürler, düşük bir sosyal statüye sahip olduğundan sadece kendi hayatlarını güç bela idame edip toplumsal cinsiyet eşitsizliğini veya kadınların aşağılanmasını önleyememişlerdir. “Taşralı”, “Piyano Çalabilmek” ve “Parasız Yatılı” hikâyelerindeki “anne” figürlerinin toplumdaki soruna karşı nasıl direndikleri belirtilmiştir.

“Taşralı” hikâyesindeki annenin sosyo-ekonomik statüsü teyzeden daha düşük olduğu için teyzeye göre daha çirkin betimlenmiştir. Teyzeden daha genç olmasına rağmen daha yaşlı görünmesi buna örnektir. Annenin de teyzeninki gibi kocası vefat etmiştir. Buna rağmen teyze anneyi “yanlış eş seçiminden ve paraya değer vermeyişinden” dolayı eleştirmekte ve ötekileştirmektedir. Toplumun dul kadına bakışı doktorun şu sözlerinden de anlaşılmaktadır: “Çok genç dul kalmışsınız, evlenin, dedi doktor. Bu terleme, bu çarpıntı ondanmış benim kızlarım.” (sayfa 30)

“Piyano Çalabilmek” hikâyesinin başlangıcında “kadınlık” ve “çevredekiler ile olan iletişimsizlik” vurgulanmıştır: “Kadınlık kolay değil” (...) “Gel de anlat bu mahalle karılarına. Udum, piyanom, ellerimin güzelliği.” (sayfa 33) Annede “eş” sosyal statüyü belirler anlayışı hâkimdir ve şu sözlerle ifade edilmiştir: “Babana göre değildim, ama ne yapacaksın, kader.” (sayfa 34) Ekonomik gücünü kaybederek kendinden daha alt bir sınıfta olan ikinci eşiyle evlenmesi, kendisini yaşadığı topluma yabancılaştırdığını ve kendisini ailesine ait hissetmediğini göstermektedir. Kızı kendisi gibi zenginlik içerisinde büyümediğinden annesini anlamamakta ve aralarında bir kopukluk oluşmaktadır. Annenin hem kocasına hem de kızına yabancılaştığı şu sözlerle ifade edilmiştir: “Ben şehirliyim. Babanla evleneceğim kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Varlık, onur görmüş konakların kızıydım.” (sayfa 34) ve “Sen beni sevmiyorsun, ben talihsiz bir kadınım...” (sayfa 41)

“Parasız Yatılı” hikâyesindeki anne ise kocası vefat edince hayatın güçlükleri ile karşılaşan toplum içerisinde “pasif" bir konumu olan kadınları temsil etmektedir. Evi geçindiren, ekonomik güç sağlayan kişinin “erkekler" olduğunu düşünmektedir: “Evine her gece ekmek alıp gelen bir erkeğin yokluğu, sessizlik olup yerleşmişti odalarına.” (sayfa 103) Evin erkeğinin “ölümsüz” olacağını düşünmesi, toplum içindeki “kadın ve erkeklerin güç dengesizliğini” vurgulamaktadır: “Niçin babasını hep yaşayacak sanmışlardı?” (sayfa 103)  Muşamba; evdeki düzeni ve ekonomik özgürlüğü temsil etmektedir. Aynı zamanda evin geçimini sağlayan temel unsurun “erkek" olduğunu da ifade etmektedir: “Bu muşamba eve babasının yaşadığı günlerdeki düzenden kalmış, ferahlığın, korkusuzluğun anısıydı.” (sayfa 103) Yeni yeni öğrendiği zorlukların üstesinden gelebilmek için kızının desteğine ihtiyaç duymaktadır. Bu nedenle kızını yaşıtı bir arkadaş olarak görmekte ve kızına gereğinden fazla sorumluluk yüklemektedir: “Annesi işe başlayınca onun ismi ‘bizim hastanedeki iş oldu.” (sayfa 102)

Her hikâyede benzer görevlere sahip figürlerin bulunması toplumdaki kadınların genel durumu hakkında okuyucuya bilgi vermektedir. Sosyo-kültürel ve ekonomik olarak güçlü olan kadınların çoğunlukla ataerkil yapıyı destekleyen bireylerin olması, kadınların daha çok ezilmesine neden olmaktadır. Güçlü durmaya çalışan kadın figürleri ise sosyo-kültürel ve ekonomik olarak güçsüz olduklarından cinsiyet eşitsizliği sorunsalının önüne geçememektedirler.

Füruzan’ın “Parasız Yatılı” adlı eserinde kadınların toplumdaki yeri, toplumun ve erkeklerin kadınlara olan bakışını konu edinmektedir. Betimlemeler, çatışmalar, diyaloglar, semboller ve metaforlar ile kadınların hayattaki duruşları, sosyal, ekonomik ve kültürel statüleri okuyucuya aktarılmıştır.  

KAYNAKÇA

 

Füruzan, Parasız Yatılı, Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2015

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜNİVERSİTELİ OLARAK KENDİMİ KEŞFETMEK

    Doğan Cüceloğlu’nun “Var Mısın?" adlı eserini bir buçuk sene önce okumuştum ve çok beğenmiştim. Kitabı o zaman okuduğumda üniversite sınavına hazırlık sürecinde bana yardımcı olmuştu. Kafamda meslek seçimi ve üniversite seçimi gibi şeyleri planlamıştım ancak detayları planlamamda destek olmuştu. Kitabı şimdi de üniversiteye giden bir genç gözüyle okudum ve o anda fark etmediğim başka anlamlar gözüme çarptı. Düşüncelerimi sizlerle de paylaşmayı çok isterim. “Şimdi ve burada, bir başkasının kriterlerine göre var olmaya çabalayan bir insan mısın; yoksa kendi bilincinle oluşturduğun ölçütlere göre seçimlerini yapıp eyleme geçen biri misin?” [1] Kitabın ilk sayfalarından itibaren sık sık hayallere daldım. Kendimi sorguladım. Şu anki konumumu, hayattaki duruşumu sorguladım. Başka insanların kriterlerine göre yaşamak imkânsız. Herkesi aynı anda memnun etmek mümkün değil.   İnsanlar sürekli yorum yaparlar. Sizin kişiliğiniz hakkında, duruşunuz hakkında, başarınız h...

FELSEFEDE TEMELLENDİRME

    ÖN SÖZ Hayatımızın her parçasında düşünmek, yaratıcı olmak ve etrafımızdaki bilgileri sorgulamak çok önemlidir. Kitaplar okumayı ve okuduğum kitapları yorumlamayı çok seviyorum. Her geçen sene, hatta her geçen gün, eleştirel düşünme konusunda bir miktar daha geliştiğime inanıyorum. “Eleştirel düşünmenin” önemi hayatımızı ciddi anlamda etkilediğinden, felsefe derslerinin çok önemli olduğunu düşünüyorum. Bence, felsefe dersleri küçük yaş gruplarına da, adı “felsefe” olmasa bile, “yaratıcı düşünme eğitimi” şeklinde verilmeli. Pandemi başlamadan önce, okulun münazara topluluğuna katılmıştım. Münazara topluluğunda, argümanları nasıl sunduğumuzun büyük bir önemi olduğunu öğrenmiştim. Yaptığımız temellendirmeye göre aynı konuyu iki zıt şekilde sunabilir ve karşımızdaki insanları hangi tarafı seçersek seçelim, bu temellendirmeye göre ikna edebiliriz. Son günlerde en büyük hayalim avukat olmak… Yani “temellendirme” mantığını, savunmayı nasıl yapmam gerektiğini şimdiden ...

EHLİYET SINAVIM

    Lise hayatınız bitince ve on sekiz yaşınızı doldurunca gerçekten çok heyecanlı bir sürece atılıyorsunuz. Aşağı yukarı aynı zamanlarda üniversite sınavı, mezuniyet töreni, mezuniyet balosu ve araba kullanmaya başlama serüveni oluyor. Heyecanlı bir yaz tatili sizleri bekliyor. Haziran ayının sonu gibi liseden mezun olduk ve hayatımızın belirlendiği üniversite sınavından kurtulduk. Temmuzun başlarında da ehliyet kursuna başladım. Kursa başlama hikayem de hiç beklenmedik bir şekilde gerçekleşti. Ehliyetimi yaz tatilinde almaya kararlıydım açıkçası. Havalar bozmadan araba kullanmaya alışmak istiyordum çünkü. Ayrıca okul zamanı sürücü kursuna gitmek istemiyordum. Hazır bolca vakit varken rahat rahat kursa gidip kullanmayı öğrenmek istiyordum. Bir gün annemle sürücü kursu aramak için oturduğumuz yere yakın olan kursları gezip bilgi aldık. Bir kursta tam bilgi alırken "Dersimiz beş dakika içinde başlayacak. İsterseniz şimdi kaydolun ya da önümüzdeki ay başlayın dediler." Böyl...