ZÜLFÜ LİVANELİ’NİN “MUTLULUK" ADLI ESERİNDE
“KİMLİK” KAVRAMINI FEMİNİST BAKIŞ AÇISIYLA DEĞERLENDİRME
GİRİŞ
Her birey toplum içerisinde bir yer edinmeye ve kendi kimliğini
bulmaya çalışır. İnsanların kimlikleri şekillenirken toplumun baskısı, cinsiyet
eşitsizliği sorunu, sosyoekonomik durum, kültür, din ve uzam etkili olmaktadır.
Zülfü Livaneli’nin “Mutluluk" adlı eserinde de kendi kimliklerini
keşfetmeye çalışan figürler üzerinden “toplumsal cinsiyet eşitsizliği” ve “kadın
olmanın zorlukları” okuyucuya aktarılmıştır.
Cinsiyet eşitsizliği her toplumda görülen bir küresel sorundur.
Dünya genelinde erkekler güçlü ve evi koruyup kollayan, geçindiren kişi olarak
görülürken kadınlar evdeki ezilen, özgürlüğe sahip olamayan, sessiz ve zayıf
kişiler olarak görülmektedir. Ancak kadınların eğitim durumları ve
sosyo-ekonomik statüleri; kadın-erkek eşitsizliğini azaltmakta, hatta bazı
durumlarda kadınların erkeklerden daha üstün olmasını sağlamaktadır.
Kimliğini keşfetmek, özellikle de bir “kadın” olarak kimliğini
şekillendirmek dünyanın her yerinde zorlu bir süreç gerektirmektedir. “Kimlik”
ve “kadın” kavramları, küresel çapta sorunlar içerdiğinden ve sorgulamalar
gerektiğinden bu projede kimliğini oluşturmaya çalışan figürlerin “kadın algısı”
feminist edebiyat kuramı bağlamında incelenecektir. Feminist hareketler
sonucunda, 1960’lı yıllarda ortaya çıkan feminist edebiyat kuramı, “kadınlık”
olgusunun edebiyata yansıtılmasıdır. Dört tip kuram bulunmaktadır: Okurun
feminist bakış açısıyla okuması (Okuyucu kadın ise daha feminist bir tutum ile
okuyacaktır.), yazarın feminist bakış açısıyla yazması (Genellikle kadın
yazarlar bu tutum ile eserler ortaya çıkarır.), yazarın ve eserdeki figürün
psikanaliz açıdan esere bir yön vermeleri, marksistsosyalist açıdan feminizmin
esere etkisi (Kadınların siyasal, sosyo-kültürel ve ekonomik alanlardaki
statüleri nedeniyle toplum tarafından görülme şekilleri anlatılır.).[i]
Bireylerin kimlik yapıları; sosyal, kültürel, dinî inanışlar,
ekonomi ve eğitim gibi etkenlerle şekillenmektedir. Bu etkenler bireylerin
“kadın algısını”, “kadına bakışlarını” ve “kadınlara verdikleri değeri” de
şekillendirmektedir. Bu şekillenme sonucunda, hem kadınlar hem erkekler
toplumdaki konumlarını ve değerlerini belirlemektedir.
Kültürel olarak gelişmiş bölgelerde, kadınların erkeklerden daha güçlü
olabildikleri ve erkeklerin kimlik yapılarının baskılanabildikleri
görülmektedir. Kadınlar, otoriter ve güçlü oldukları zaman çevrelerindeki
erkekler onların tutum ve davranışlarından etkilenerek kendi kimliklerini
şekillendirmektedirler. Kadınların toplumdaki konumları ve duruşları;
erkeklerin gücünü, otoritesini ve davranışlarını şekillendirerek bambaşka
kimlikler yaratmaktadır.
Gelişmemiş toplumlarda ise kadın algısı oldukça farklıdır. Dinî
sömürüye dayalı bir güce sahip erkekler, halkın eğitimsizliğini kullanarak
kadınları kimliksizleştirmeye, erkekleri ise tanrılaştırmaya çalışmaktadır.
Geleneklerin önemini vurgulayarak bağnaz bir toplumda kadın-erkek
eşitsizliğinin artmasına neden olmaktadırlar. Güç dengesizliğinin sonucunda ise
“ezen-ezilen” arasındaki uçurum daha da artmakta ve kadınlar sosyal yaşamdan
tamamen silinmektedirler. Bu nedenle eser boyunca Doğu toplumunda kadınların
sessizleştirildiği, konuşmaya ve yaşamaya haklarının olmadığı vurgulanmıştır.
Kadınların toplumdaki kimlikleri, hem kendi kimliklerini
oluşturmada etkilidir hem de erkekleri benlik algılarını etkilemektedir. Bu
nedenle kimliklerin şekillenmesindeki en önemli etkenler arasında kadınların
toplumdaki konumları ve kadınlara olan bakıştır.
Bu makalede, figürlerin sosyo-ekonomik durumları ve psikanaliz
açıdan esere yön vermeleri incelenecektir. Toplumdaki insanların tutum ve
davranışları bireylerin “kimlik” yapısını oluşturduğundan “kadınlara karşı
baskılar” da kadınların kimliğini ciddi bir şekilde etkilemektedir.
Kimliğin oluşumu sırasında bireylerin kadınlar hakkındaki
görüşleri, günlük hayatta insanlara karşı tutum ve davranışlarını
etkilemektedir. Hem kadınlar hem erkekler “kadınlara bakışları” ile kendi
benliklerini oluşturmaktadırlar. Bu makalede de Doğu kültüründen gelen
sosyo-ekonomik olarak düşük ve kültürel açıdan çok da gelişmemiş bir aileden
gelen Meryem ve Cemal figürleri; eğitimli, sosyo-ekonomik açıdan güçlü olan
Prof. Dr. İrfan Kurudal incelenecektir.
İncelenecek figürler arasında erkeklerin de bulunmasının nedeni ise
erkeklerin kimliklerinin şekillenmesinde de “kadınlık” sorunsalının yer
almasıdır. Geri kalmış toplumlarda erkekler kendi otoritelerini, güçlerini ve
toplumdaki yerlerini belirlerken kadınların güçsüzlüklerinden faydalanmaktadır.
Bu da kültürel açıdan gelişmiş yerlerdeki erkeklerden daha farklı kimliklere,
hayat görüşlerine ve fikirlere sahip olmalarına neden olmaktadır.
Ancak kültürel olarak daha gelişmiş bölgelerde, kadınların
erkeklerden daha güçlü olabildikleri ve erkeklerin kimlik yapılarının
baskılanabildikleri görülmektedir. Kadınlar, otoriter ve güçlü oldukları zaman
çevrelerindeki erkekler onların tutum ve davranışlarından etkilenerek kendi
kimliklerini şekillendirmektedirler. Kadınların toplumdaki konumları ve
duruşları; erkeklerin gücünü, otoritesini ve davranışlarını şekillendirerek
bambaşka kimlikler yaratmaktadır.
Sonuç olarak kadınların toplumdaki konumları, çevrelerinin
kadınlara olan bakışı ve erkeklerin “kadın algısı” o bölgede yaşayan tüm
insanları derinden etkilemektedir. Hem kadınlar hem erkekler kadınlara verilen
değerler doğrultusunda kendi benliklerini oluşturmaktadır.
KARAKTERLERİN KİMLİKLERİNİN İNCELENMESİ
MERYEM
Doğu’da, sosyo-kültürel ve ekonomik olarak çok da gelişmemiş bir
bölgede yaşayan Meryem; toplumun baskısı ve kadınların değersizleştirilmesinden
dolayı kendi kimliğini baskılamaktadır. Başına gelen talihsiz olaylar sonucunda
yaşadığı eğitimsiz kasabadan dışarı çıktığında özgürlüğün farkına vararak kendi
kimliğini inşa etmeye başlamaktadır. Her geçen gün güçlenen özgüveni ile
bambaşka bir “kadınlık” algısına sahip olmaktadır.
Eserin başlarında Doğu toplumunda, erkeklerin gücü ve üstünlüğü
anlatılmaktadır. Kadınların aşağılanması ile kadınların kimliksizleştirilmesi
okuyucuya sunulmaktadır. “Ninesinin anlattığına göre kuşa, ‘Gak!’ dedi mi süt
verecektin, ‘Guk!’ dedi mi et vermeyi unutmayacaktın. Yoksa o mübarek kuş
kızar, öfkelenir ve seni boynundan atardı.” (sayfa 5) Bu alıntıdaki “kuş”
sembolü, genç bir kıza tecavüz eden nüfuzlu bir adamı tanımlamaktadır. Ayrıca
bu adam, genç kızın amcasıdır. Kuş metaforunun kullanılma sebebi
“erkeklerin" gücünü göstermek içindir. Kuş, uçtuğu zaman o bölgedeki her
şeyin hakimi olmaktadır. Bu durum da adamın nüfuzlu bir ağa olduğunu temsil
etmektedir. Dinî sömürü ile o bölgede yaşayanları kendi etkisi altına almıştır.
Genel olarak “kuş” sembolizasyonu toplumdaki kadın-erkek eşitsizliğini
vurgulamaktadır. Bu eşitsizlik ve ezilme de ana figürümüz Meryem'in kimliğinin
oluşmasında büyük bir etki bırakmaktadır.
Doğu toplumunda, “kadın" olmanın “kötü bir günah” olduğu
kanısı bulunmaktadır. Kadınları daha da güçsüzleştirip ezmek için şu betimleme
yapılmıştır: “Kuşun kanlı gagasının, bacaklarının arasına, günah yerine, o
olmaz olası belalı, pis, çirkin yerine daldığını gördü.” (sayfa 7)
Toplumun görüşünü anlatan bir alıntı daha bulunmaktadır. “Amcasına
göre insanların hepsi günahkârdı ama kadınlar iyice cehennemlikti. Bu dünyaya
kadın olarak gelmek, cezalandırılmak için yeterliydi. Kadın şeytandı, pisti,
tehlikeliydi, Havva anamız gibi, adamların başını derde sokardı; karnından
sıpayı, sırtından sopayı eksik etmemek gerekirdi; çünkü onlar, insan soyunun
yüz karasıydı. Meryem bunları duya duya büyüdüğü için dişi olmaktan nefret eder
ve ‘Allah'ım, beni niye kadın yarattın diyerek, kendisini boğazına kadar günaha
sokacak sorular sorardı.” (sayfa 12) Toplumun bu korkunç tutumu nedeniyle,
“kadınların -özellikle de Meryem'in- kimlik algısı” zedelenmiştir. Bu alıntıda
cümlelerin çoğunluğunun virgüller ve noktalı virgüllerle bağlanmasının nedeni,
toplumda bu tutumun geçmişten beri süregeldiğini ve günümüzde hâlâ devam
ettiğini vurgulamak içindir.
Meryem’in annesi doğumda vefat ettiğinden, Meryem'i hiç sevmeyen
teyzesi ve üvey annesi büyütmüştür. Bu durum, Meryem’in sosyal hayatta daha çok
ezilip kimliğini tam olarak oluşturamamasına neden olmuştur. Sosyo-kültürel
ortamın, kimliğin şekillenmesinde ne kadar büyük bir öneminin olduğunun
göstergesidir.
Ayrıca, “kadın” kimliğinin toplumda ötekileştirildiği de
görülmektedir. Kadınlar birer “suçlu” olarak tanımlanırken erkekler “insan”
olarak tanımlanmaktadır. Van Gölü kıyısındaki yarı kasaba yarı köy tarzı bir
ortamda yaşayan Meryem ve Cemal’in kültürleri ve sosyoekonomik durumlarının
toplumdaki pozisyonlarını etkiledikleri anlaşılmaktadır. Cinsiyet farklılığı
nedeniyle farklı konumlarda yer aldıkları açıkça görülmektedir. Kadınların
bedeni sadece metalaştırılmakla kalınmamakta aynı zamanda da biyolojik
farklılıkları, büyük bir kusur veya suç olarak nitelendirilmektedir. Bu
cinsiyet eşitsizliği de kadınların sosyal hayatta hiçbir söz hakkına -hatta
yaşama hakkına bile- sahip olmamasına neden olmaktadır: “Daha önceki kızlar
gibi, Meryem’in de artık yaşamaya hakkı yoktu.” (sayfa 45)
Toplumun yarattığı algıdan, dini inançların erkeklerin çıkarlarına
göre kullanılmasından ve kadınların herhangi bir hakka sahip olmamasından
dolayı; “kadın” olarak dünyaya gelmenin bir ceza olarak kavrandığı dikkat
çekmektedir: “Eğer Allah onu cezalandırmasa kadın değil, erkek olarak
yaratırdı, böylece doğum yapmaz ve ölmezdi.” (sayfa 13)
Bağnaz ve dindar bir toplumda yaşayan Meryem’in sorgulamadan ve
düşünmeden çevresindeki otorite sahibi insanlara –genellikle sosyal açıdan
güçlü ve mevki sahibi erkeklereitaat etmesi de kimliğinin oluşumuna etki
etmektedir. “Herhalde ben lanetliyim. Bu yüzden mucizeleri göremiyorum.” (sayfa
43) alıntısından da anlaşılacağı üzere, hayatının erkekler tarafından
yönetildiğinin ve yaşamına kendi kimliğini, isteklerini, düşüncelerini
yansıtamadığının farkında değildir. Bu nedenle, eserin başında “kadın” ve
“insan” kimliğini tam olarak yansıtamamış, keşfedememiştir.
Kadınların güçsüzlüğü ve yaşama hakkı bile talep edemedikleri bu
alıntıdan anlaşılmaktadır: “Bu ihtiyar âciz bibini bağışla, çok uğraştım ama
gücüm yetmedi.”(sayfa 105) Toplumdaki bu güç dengesizliği, kadınların
kendilerini her geçen gün daha âciz ve değersiz hissettirmekte ve
benliklerinden uzaklaştırmaktadır.
Cinsiyet eşitsizliğinden ve sosyo-kültürel ortamdan dolayı ortaya
çıkan “ezen-ezilen” ilişkisinin kadınların değerine yansıması açık ve net bir
şekilde görülmektedir. Erkeklerin tutum ve davranışlarından dolayı, kadınlar da
bu görüşler altında kalmakta ve bu yanlış görüşleri sorgulamadan “geleneksel”
bir biçimde devam ettirmektedirler. “Ne yapsam suçtu: Yüksek sesle gülme
Meryem, öyle kırıtma Meryem, artık büyüdün, oğlan çocuklarıyla oynama Meryem,
onlarla aynı okula gidemezsin Meryem.” (sayfa 117)
Doğu bölgesinde ataerkil yapının izleri çok sert ve çarpıcı bir
şekilde görülmektedir. Dinî ve sosyal gücün kullanılarak kadınların eğitim ve
istediği gibi özgür bir biçimde yaşama haklarının ellerinden alındığı
anlaşılmaktadır. Tüm insanlar için ortak olan hakların kadınlara verilmemesi,
kadınların kimlik algılarının ezilmesine ve kendilerini hiçbir konu karşısında
savunamaz hâle gelmelerine neden olmuştur. Kimliği baskılanan kadınlar da
mecburen sorgulamadan “erkeklere” itaat etmeye devam etmektedirler. “Onu ilkokul
birinci sınıftan sonra okuldan almışlardı. Çünkü kara sakallarıyla herkesi
korkutan amcası, ergenliği gelen bir kızın oğlan çocuklarıyla yan yana
oturmasını ‘zina’ olarak görüyordu.” (sayfa 107)
“Meryem başörtüsünü çıkardı. Saçlarını omzuna dökmeye çalıştı ama
bir süredir yıkanmadığı için uzun saçları öyle bir birbirine girmişti ki
açılmıyordu.” (sayfa 131) Bu alıntıda, değişim ve modernleşme ile başlayan kafa
karışıklığı ele alınmıştır. Meryem, yaşadığı taşra köyden çıktıktan sonra bakış
açısını değiştirmeye başlamış ancak hem dinî baskılar hem de erkekliği ile
övünen abisi Cemal’den çekindiği için büyük bir karmaşa yaşamaktadır. Saçlarının
kirli ve karışık olması betimlemesiyle Meryem’in duygu dünyası ve kendi
içerisindeki iç çatışma okuyucuya aktarılmıştır. Bu iç çatışma; özgürlük,
yenilik isteği ile gelenek, kadın-erkek eşitsizliği baskısı üzerine kuruludur.
“Hele Seher’in trende, anasının ve babasının yanında o yabancı
erkekle çatır çatır kavga etmesi, ona öfkelenmesi müthiş bir şeydi. Onu izlerken
içi heyecanla dolmuştu Meryem’in. Adam onca lafı işitmesine ve yüzüne karşı
bağırılmasına rağmen Seher’e elini kaldırıp vurmamış, onu ayakları altına alıp
çiğneyememiş, üstüne üstlük bir de babasından tükürük yemişti. Ne acayip bir
dünyaydı bu böyle. Oysa kendileri erkeklerin yanında konuşamaz, yemek yiyemez,
tuvalete gittiğini belli edemez, hatta gebeliklerini bile saklarlardı.” (sayfa
142) Bu alıntı ile Meryem’in kadınlık algısının değiştiği görülmektedir.
Meryem’in gözünde kadınların değersizliği giderek azalmakta, hatta Meryem’e
kadınların erkeklerden daha güçlü olabileceği fikri aşılanmaktadır.
Bulunduğu ortamın dışına çıkıp dış dünya ile etkileşime geçen
baskılanmış kadın kimliğinin değişimi eser boyunca hissedilmektedir. Bakış
açısının gelişimi ve değişimi sonucunda büyük bir benlik algısı değişimi
yaşayan Meryem’in her geçen gün kendine olan güveni yerine gelmekte ve toplumun
yarattığı baskılardan bir bir kurtularak kendi özüne kavuşmaktadır. “Erkeklerin
yanında çıplak kadın resimlerine bakan bir sarışın kadın, erkeklerle kavga eden
bir başka kadın, kendisine siz diye seslenilmesi. Bunlar mıydı mucize?” (sayfa
156)
Kadınların özgürlüklerine kavuşmaları, kendi kimliklerini
baskılamadan ön plana çıkarabilmelerini sağlamaktadır. Bu sayede özlerini daha
iyi tanıyıp birer “birey” hâline gelebilmektedirler. “Hep sahipli olan kızın
belki de hayatta ilk defa başında sahibi olmadan geçirdiği saatlerdi bunlar.”
(sayfa 261)
Sonuç olarak, kitapta kimliği baskılanmış bir kadın figürünün
geleneklerinden sıyırılarak nasıl özgürleştiği, kimlik algısını nasıl
oluşturduğu okuyucuya betimlemeler, çatışmalar, metaforlar ve sözcük seçimleri
üzerinden aktarılmıştır.
CEMAL
Meryem’e oldukça yakın bir coğrafyada bulunan, Gabar Dağları’nda
askerlik yapan Cemal; sosyo-ekonomik ve kültürel statüsü nedeniyle kadınları
değersiz görmektedir. Bunun temel nedenlerinden biri, kadın bedeninin
metalaştırıldığı bir ortamda, arkadaş grubunun içinde bulunmasından
kaynaklanmaktadır.
Yaşadığı bölgenin kültürü, ataerkil toplum yapısı, dini inanışları
Cemal’in kimliğini ve kadınlara olan bakışını etkilemektedir: “Babası evliya
gibiydi; insan onun dediklerini yaparsa bu dünyada da, öteki dünyada da rahat
ederdi.” (sayfa 34) Cemal’in günlük hayatındaki tutum ve davranışlarını
belirleyen temel etkenler hem erkeklerin toplumdaki otoritesi ve gücü hem de
dinî baskıdır.
Yaşadıkları bölgede güçlü bir otoriteye sahip amcanın Cemal’e
söylediği sözler, Cemal’in gözünde “erkek” olmanın önemini daha da artırmıştır:
“Bu kız yüzünden şerefimiz ili paralık oldu, insanların yüzüne bakamaz hâle
geldik ama senin kahraman gibi dönüşün…” (sayfa 99) Bu alıntıda vurgulanan
temel konu kadınlık ve erkeklik arasındaki çatışma ve toplumda cinsiyetlerin
arasındaki güç dengesizliğidir. Toplumun -özellikle de güce sahip figürlerin-
kadınlara ve erkeklere bakışı, o toplumda yaşayan hem kadınların hem de
erkeklerin kimliklerini şekillendirmektedir. Erkeklerin kendilerine olan
güvenleri ve kadınlar üzerindeki güçleri artarken kadınlar bu erkeklerin
karşısında gittikçe ezilmekte ve kendi benliklerini görmezden gelmektedirler.
Bu küresel sorun ise Meryem ve Cemal adlı iki kardeş üzerinden sembolize
edilerek okuyucuya aktarılmaktadır.
Cemal’in gözünde kadınlar oldukça değersizdir. Kendisini eser
boyunca “erkek” olduğu için kadınlardan -Meryem’den- üstün görmektedir. “Evde
herkesi görüp de bir tek Meryem’in eksik olduğunu anlayınca nerede olduğunu
sormuş ve annesinden onun büyük bir kabahat işlediği için izbede tutulduğunu
öğrenince omuz silkip geçmiş ve bu işin üzerinde hiç durmamıştı.” (sayfa 96)
“Küçük Meryem’in öldürülmesi gerekiyormuş, bu işi de onun yapması
uygun görülmüş. Tamamdı o zaman. Bu işte öyle büyütülecek bir şey yoktu ki.
İnsan dediğin neydi ki zaten? Bir saniyede ölüverirdi.” (sayfa 100) Bu alıntıda
da erkeklerin gözünde kadınların kimliğinin değersizleştirildiği
vurgulanmaktadır. Kadınlar önemsiz bir konuma konulurken erkekler ilahî bir
yere konumlandırılmaktadır. Bu durum da kadın-erkek eşitsizliğinin artmasına
neden olmaktadır.
“Evdeki kadınlar da sessizliğe gömülmüşlerdi.” (sayfa 101)
Kadınların “sessiz” olarak betimlenmeleri de kadınların değersizleştirildiğini
ve konuşmaya herhangi bir haklarının olmadığını vurgulamak içindir. Betimlenen
atmosfer, kadınların iç dünyasını anlatmaktadır. Cemal’in bakış açısıyla
betimlenen bu cümle, erkeklerin kadınlara olan umursamaz ve aşağılayan
bakışlarını belirtmektedir.
Erkeklerin gözünde kadınlar konuşulmaya bile değer olmayan
varlıklar olarak görüldüğünden kadınlar ötekileştirilmekte, erkekler ise
dünyanın efendisi olmaya devam etmektedir. “Yolcular Cemal’e ‘Selamünaleyküm’
dediler, Meryem’e pek bakmadılar.” (sayfa 105) Kadınlar, erkeklerin bu
değersizleştirme tavrı yüzünden içlerine daha çok kapanmaktadırlar. Erkekler
ise bu güç dengesizliğini artırmak adına durumu daha da abartmaktadır.
Erkeklerin sorgusuz sualsiz belli kalıplar ve önyargılar nedeniyle
“kadınlar” hakkında anlamsız fikirlere sahip olabilmektedir. Cemal, yaşanan
olayların içeriğini bilmeden “namussuz” kişinin kız kardeşi Meryem olduğunu
düşünmektedir. Toplum, Meryem’i - kadınları- “günahkâr” olarak gördüğünden bu
kalıp bilgiler kadınların kimlik algısını da bozmakta ve kendilerini,
“kadınlığa dair” sahip oldukları her şey yüzünden suçlamaktadırlar. “(…) demek
namus infazları hep oralarda yapılıyormuş; günahkâr kızlar, oradan boşluğa
uçuyormuş.” (sayfa 185) Kadınlar, kendilerini bile “kimliksizleştirerek” hor
görmeleri, erkeklerin kimliğinin ve benlik algılarının güçlenmesine neden
olmaktadır. Bu güçlenme sonucunda ise erkeklerin kendi oluşturdukları önyargılar,
ne kadınlar ne de erkekler tarafından sorgulanmayıp, kalıplaşmış bilgilerin
nesilden nesle aktarılması sağlanmaktadır. “Önünde duran artık çocukluğunu
bildiği küçük kız değildi, bir kadındı; hem de lekelenmiş, boğazına kadar
günaha batmış, ailesinin yüzünü yere indirmiş, isimlerini beş paralık etmiş,
babasını ve amcasını rezil etmiş bir kadın. Aile bu utançla yaşayamazdı ve
asırlardan beri bu işin kuralı konmuş, cezası belirlenmişti. Allah’ın isteğiydi
bu; babasının belirttiği gibi Allah’ın kurallarına karşı gelinemezdi. Hem
Emine’ye kavuşmasının önündeki tek engel de bu günahkârdı.” (sayfa 203)
Cemal, İstanbul’a gidip -gittiği bölge nispeten köhne bir yer olsa
da- deneyimledikleri, tanıştığı insanlardan öğrendiği şeyler ve yeni bir bakış
açısı geliştirme olanağı ile kadınlara olan bakışını değiştirmeye
başlamaktadır. Bu durum; kimlik algısını da etkileyerek önceki hâline göre daha
anlayışlı birine dönüşmesine neden olmuştur. Ayrıca kendini kadınlardan üstün
görmeyi azalttığından toplumdaki konumunun ve statüsünün de değiştiği
gözlemlenmektedir.. Bağnazlıktan kurtularak hayatı ve bazı olguları sorgulamaya
başlamaktadır. Ancak eser boyunca erkeklerin kadınlardan üstün olduğunu
düşünmektedir “Yanında oturan kız neydi; bir fahişe mi, bir günahkâr mı, zavallı
bir mahlûk mu, idam mahkûmu mu, yoksa dünyayı tanımayan bir çocuk mu? Bu
sorular, her şeyi olduğu gibi kabul eden geleneksel kalıplarla düşünen Cemal
için çok karmaşıktı.” (sayfa 237)
“Ömründe ilk kez, yemek yapan ve hizmet eden bir adam görmenin şaşkınlığıyla
tabağına ne konduğunu bile anlayamadı. Meryem kadar olmasa da Cemal de
şaşkındı.” (sayfa 245) Cemal’in değişmeye başladığı gözlemlense de hâlâ daha
önyargılarından kurtulamadığı görülmektedir. Erkeklerin her zaman kadınlardan
üstün olduğunu ve kadınların erkeklere hizmet etmekle mükellef olduğunu
düşünmektedir. “Cemal sofrayı ‘kız’ın kaldıracağını söyledi. ‘Bulaşıkları da
yıkar, işi ne!’” (sayfa 246)
Kadınların bazı konularda erkeklerden daha üstün olabileceğini
kabullenememektedir ve bunun sonucunda hem kadınlarla hem de kendi içinde bir
çatışma yaşamaktadır. “Kafası Cemal’den çok daha hızlı çalışıyordu. (…)
Cemal’in iyice yüzü asılıyor, Meryem’e ve Profesör’e düşmanca gözlerle bakıyor;
giderek nasıl davranacağını bilemediği kıza karşı öfkeyle dolduğunu belli
ediyordu.” (sayfa 255) Bu alıntıdaki “nasıl davranacağını bilemediği” sıfat
grubu, Cemal’in bakış açısının değiştirmeye çalıştığının bir göstergesidir.
Ancak bağnaz bir toplumda büyümüş olmanın getirdiği kimlik ve kadın-erkek
algıları nedeniyle tutumlarını, düşüncelerini ve davranışlarını değiştirmekte
zorlandığı görülmektedir.
“Nasıl olur da bu sümüklü eksik etek, bu canını bağışladığı âciz
yaratık böylesine değişebilirdi?” (sayfa 259) Ortam değişikliği sonucunda
özellikle Meryem’in değiştiği ve geliştiği görülse de Cemal’in tutum ve
davranışlarının değişim sürecinin oldukça yavaş olduğu anlaşılmaktadır.
Sonuç olarak Cemal, yaşadığı toplumun dışına çıktığında hayatın
gerçekleriyle -kadınların da erkekler gibi söz hakkına sahip olup istedikleri
gibi giyinebileceklerini görerek tanıştığından kadınlara olan bakışı yavaş bir
değişim sürecine girmiştir. Ancak bu sürecin sonunda, kadınların güçlü
olabildiğini fark etse de, hâlâ daha erkeklerin kadınlardan daha güçlü olması
gerektiğini savunmaktadır.
PROF. DR. İRFAN KURUDAL
Van’da yaşayan Cemal ve Meryem’in “kadınlık” algılarının aksine,
İstanbul’da yaşayan Prof. Dr. İrfan Kurudal karısından çekinmektedir.
Sosyo-ekonomik açıdan iyi durumda olan bu aile yapısında, kadınların günlük
hayatta söz sahibi oldukları ve kocalarının üzerinde bir otorite kurabildikleri
görülmektedir.
“Uzun bacaklı, iri göğüslü kızlar her zamanki gibi çok hoşuna
gitti. Bilirsin ki Aysel kızmaz böyle şeylere, anlayışlıdır, tatlıdır. Bak,
korkacak bir şey yok işte.” (sayfa 20) Bu alıntıdan her ne kadar kadının
kocalarının davranışları üzerinde bir söz hakkına sahip olabildikleri
vurgulansa da kadınların bedenleri hâlâ daha metalaştırılmaktadır. Bir yandan
güçlü ve otoriter bir figür olan İrfan’ın karısı Aysel varken diğer yandan
sadece bedenleri ile var olan televizyondaki genç kızlar göze çarpmaktadır. Bu
durum ise sosyo-ekonomik ve kültürel statü yükselse de kadınların hiçbir zaman
tam olarak bedenlerinden bağımsız, sadece kimlikleri ile var olan bir kişiliğe
sahip olamadıkları görülmektedir.
İstanbul’da yaşayan bu ailede, eşler arasındaki ekonomik güç
dengesi Van’daki ailelere göre daha farklıdır. Sadece erkekler ev ekonomisiyle
ilgilenmemekte, kadınların da iş hayatında önemli bir yere sahip olduğu
görülmektedir. Aysel ekonomik olarak kocasından bağımsız olmakla birlikte
ailesinin sosyal gücünden dolayı İrfan’ın gelirinin artmasına da neden
olmuştur. Kültürel ve sosyo-ekonomik açıdan gelişmiş bir uzamda, cinsiyet
eşitsizliğinin ve güç dengesizliğinin azaldığı hissedilmektedir.
Kültürel açıdan Aysel’in İrfan’dan daha iyi bir düzeyde olduğu
sezilmektedir. Aysel sadece kocasıyla eş düzeylerde bulunmamakta, kocasına emir
ve fikir de verebilmektedir. “Çünkü herkesin elinde dolaşan ve karısının da
zorla okuttuğu, nasıl yaşaması gerektiğini öğreten çeviri kitaplarda, olumlu
düşünmek emrediliyordu.” (sayfa 23)
İrfan’ın karısına saygı duymasının temel nedenlerinden biri
Aysel’in -tıpkı kendisi gibiçok iyi bir eğitim almış olmasıdır: “Aysel, koleji
ve Boğaziçi Üniversitesi’ni bitirdikten sonra Boston’da bir kursa gelmiş, o
sıralarda Harvard’da bursla okuyan İrfan’la tanışıp evlenmiş ve hiç
çalışmamıştı.” (sayfa 23), “Kendisi de bu şehirdeki en başarılı, en saygın, en
bilgili insanlardan biriydi. (…) Bol bol okuyor ve sergilere gidiyordu.” (sayfa
24) İrfan modern ortamlarda yaşadığı ve eğitim alarak ufkunu genişlettiği için
kadınlara olan bakış açısı Cemal’inkinden çok daha farklıdır. Çevresindeki,
kadın erkek, herkesi bir “birey” olarak görmekte ve bu tutumundan dolayı
karısına saygı duymaktadır.
İrfan, kendi kimliğini sorgularken kimliğinin çevresi tarafından
kısıtlandığını ve bu kısıtlamanın kendisine yabancılaşma ile sonuçlandığını
keşfetmektedir. “Aşina dünyanın kendisine mutluluk adı altında sunduğu
kısıtlayıcı, bıktırıcı güvenlik duygusunu aşmaktı.” (sayfa 27) Hem kültürel
değişikliklerin hem Doğu Batı kültürlerinin iç içe girmesinin hem de karısının
kendisi üzerindeki otoritesinin kendisini kısıtladığını düşünmektedir. Bu
durumdan da anlaşılacağı üzere kadınların toplumdaki pozisyonu bireylerin
kimliklerinin yapılanmasında etkili olmaktadır.
Sosyo-kültürel yapının sürekli evrilmesi ve başlangıçtaki kültürden
bambaşka bir hâle gelmesi de bireylerin “kimliklerinden uzaklaşmasına” neden
olmaktadır. Ekonomik ve sosyal statü açısından İrfan’dan daha güçlü bir
karısının olması -bir başka deyişle geleneksel kültürün ve ataerkil toplum
yapısının değiştirmesi- İrfan’a kendi kimliğini tam olarak yansıtamadığını
düşündürmektedir. Bir yandan özgürlüğü -hem kadınların özgürlüğünü hem de
karısının baskıcı tutumundan kurtulmayı- bir yandan kültürünü yaşatmayı
istediğinden kimlik kavramında bir iç çatışma yaşadığı görülmektedir. “İstanbul
tarzı denen, o sözüm ona elit ama aslında canavarlık abidesi hâline gelmiş olan
yaşam biçiminden boğulacak kadar sıkılıyor ve kendini de diğerleri gibi
değersiz hissediyordu. (…) Kelimesi olmayan kavramları yok sayıp hep beylik
klişeleri tekrarlayan, gündelik, sığ ve köksüz bir kültür ortamından geliyor
olmanın acısını hissediyordu Profesör.” (sayfa 54)
Kendisine yabancılaşan ve yaşadığı ortamda kendini “öteki” hisseden
bu figür, kimliğini tekrar elde etmek için çevresinden uzaklaşıp kendi içine ve
özüne dönmektedir. Bir bakıma bu durumun toplumdan ve özellikle de “otoriter
kadın figüründen” bir kaçış olduğu görülse de bunun kendi özüne, kimliğine ve
benliğine bir dönüş olduğu şeklinde de yorumlanabilir. “Benliğimin, temellerine
kadar sarsıldığı ve soluk alıp vermeye devam edebilmek için başka yerlere göç
etmeye ihtiyaç duyduğum, kendi kendimle kalmaya mecbur olduğum bu dönemi
anlayışla karşılayacağını umuyorum.” (sayfa 73)
Etkileşim hâlinde olan kadınların ve erkeklerin geçmiş yaşantıları,
aileleri ve maddî durumları eşlerin kişiliklerini ve benlik algılarını
etkileyip değiştirmektedir. Bir ortamda “güçlü” ve “ezen” kesimde olan bireyin
kimliği yapılanırken karşı tarafa göre en az bir tane artısı bulunmaktadır. Bu
geçmiş yaşantılardan gelen farklar ise “ezen-ezilen”, “güçlü-güçsüz” ve
“kadın-erkek” çatışmalarını oluşturmaktadır. Bu çatışmalar da süreç içerisinde
bu bireylerin kimliklerini bir miktar daha şekillendirerek güçsüz olanın
kimliğini baskılamasına ve kendisine yabancılaşmasına, güçlü olanın ise gücüne
güç katarak daha otoriter olmasına neden olmaktadır. “Yoksul çocukluk günleri,
bir insana ömür boyunca silinmeyecek bir damga vuruyordu. Kendisi de bunlardan
biriydi işte. Zengin bir ailede doğan Aysel’den farklıydı mesela.” (sayfa 87)
“Rüzgâr nereye doğru eserse oraya doğru gidiyordu.” (sayfa 135) Bu,
kendi benliğini hiçe sayarak sürekli toplum tarafından yargılandığını düşünen
ve karısının otoriter tavrı yüzünden, “erkek” gururuna yediremeyen figürün iç
dünyasını anlatan bir alıntıdır. Dış baskıların, toplumdaki cinsiyet
eşitsizliğinin ve erkeklerin daha güçlü veya otoriter olması gerektiği ile
ilgili ön yargılar nedeniyle kimliğin baskılandığı görülmektedir.
Çevresi tarafından baskılanan kişilerin kimliklerini ve
benliklerini baskıladıkları fark edilmektedir. “Profesör’ün ne milli bir bağı
vardı, ne dini ne de ideolojik. Çoktandır hayatında ‘değer’ olarak
algılayabileceği hiçbir şey olmadığını biliyordu.” (sayfa 135) Profesör, bir
“kadın” tarafından -karısı tarafından- bulunduğu ortamlarda hep baskı altına alındığından
ve kendisini karısından daha üstün ya da daha güçlü göremediğinden kendi
kimliğini baskılamak zorunda kalmıştır. Bu baskılama ve içine atma sonucunda da
“kimlik” kavramını oluşturan bütün diğer unsurlardan da uzaklaştığı ve
ötekileştiği görülmüştür.
Doğu bölgesinde kadınların evde herhangi bir söz hakkı yokken
İstanbul’a gelindiğinde eşler arasındaki maddi güç durumu farkı nedeniyle
kadınların daha ön planda ve baskıcı bir role sahip olabildikleri
görülmektedir. Bu nedenle, bireylerin söz haklarının sadece cinsiyetlerine göre
belirlenmediği anlaşılmakta; kimliklerinin, ailelerinin, geçmişlerinin, maddi
durumlarının, kişilik yapılarının, eğitimlerinin ve sosyal statülerinin de bir
ortamda konuşma haklarını etkiledikleri hissedilmektedir. “Aysel’in bir başka
huyu da topluluk içindeyken sürekli sözünü kesmesiydi. (…) Böyle durumlarda
karısına fitil olur ama yine kendisini tutardı İrfan.” (sayfa 168)
Karısından yabancılaşan ve uzaklaşan Profesör’ün “kimlik” algısını
oluşturan bir diğer unsur ise “yalnızlıktır”. Karısı ile birlikte hayal gibi
bir hayat yaşarken hem hayatına hem karısına hem de kendine karşı yalnızlık ve
yabancılık hissetmektedir. Aslında bu “yalnızlık”, evdeki otoriter karakterin
bir “kadın” olmasından ve erkeklerin bu durumu “erkekliğin doğasına aykırı”
olarak görmesinden kaynaklanmaktadır. Profesör, “yalnızlık” duygusunu “ezilmek”
ile özdeşleştirmektedir. Kaçışı sonucunda ise kendi kimliğini ortaya
koyabildiğinden yalnızlıklarından biri geçmiş olsa da toplumdan soyutlanmış
olması onu tekrar yalnız yapmaktadır. Bu yalnızlık ise “tekne” sembolü ile
okuyucuya sunulmuştur: “Denizde geçen onca haftanın ardından Profesör, artık
tekneyi, hareket eden bir yalnızlık biçimi olarak algılıyordu. (…) deyim
yerindeyse ezildiğini hissetmesi bu yüzdendi işte.” (sayfa 192-193)
Sonuç olarak, sosyo-kültürel olarak gelişmiş bölgelerde kadınların
erkeklerden üstün olabildikleri görülmektedir. Bunun sonucunda ise erkeklerin
kimlik yapıları daha az otoriter bir şekilde gelişmekte, hatta aksine
benlikleri kadınlar tarafından baskılanmaktadır.
SONUÇ
Bireylerin kimlik yapıları; sosyal, kültürel, dinî inanışlar,
ekonomi ve eğitim gibi etkenlerle şekillenmektedir. Bu etkenler bireylerin
“kadın algısını”, “kadına bakışlarını” ve “kadınlara verdikleri değeri” de şekillendirmektedir.
Bu şekillenme sonucunda, hem kadınlar hem erkekler toplumdaki konumlarını ve
değerlerini belirlemektedir.
Eğitimli, ekonomik ve sosyo-kültürel açıdan iyi bir statüye sahip
kadınlar; erkekler üzerinde baskı kurup, erkeklerin kimliklerini sindirerek,
erkeklerin benliklerine karşı yabancılaşmalarına neden olabilmektedirler. Böyle
bir ortamda, kadın-erkek arasında bir miktar eşitsizlik olsa bile erkeklerin
bilinçaltlarındaki düşünce pek de değişmemektedir. Kadınlara karşı daha saygılı
davranıp onları birey olarak görmekteler ancak ataerkil toplumdan aşılanan bazı
kültürel önyargıları tam olarak aşamamaktadırlar. Bu nedenle kadınların
otoriter olmasına dayanamayarak kadınların güçlü olduğu hayattan
kaçmaktadırlar. Tüm bu sosyal ortamı temsil eden iki figür ise Profesör ve
karısı Aysel’dir.
Öte yandan dinî sömürüye dayalı bir güce sahip erkekler, halkın
eğitimsizliğini kullanarak kadınları kimliksizleştirmeye, erkekleri ise
tanrılaştırmaya çalışmaktadır. Geleneklerin önemini vurgulayarak bağnaz bir
toplumda kadın-erkek eşitsizliğinin artmasına neden olmaktadırlar. Güç
dengesizliğinin sonucunda ise “ezen-ezilen” arasındaki uçurum daha da artmakta
ve kadınlar sosyal yaşamdan tamamen silinmektedirler. Bu nedenle eser boyunca
Doğu toplumunda kadınların sessizleştirildiği, konuşmaya ve yaşamaya haklarının
olmadığı vurgulanmıştır.
Bu baskıcı toplumun dışına çıkan Meryem figürü ise kadınların
özgürleşebileceğini ve güçlü kimliklere sahip olabileceğini sembolize
etmektedir. Aynı ortamdan gelen Cemal ise bu toplumun dışına çıktığında
kadınlara olan tutumlarını bir miktar değiştirebilse de eserin başından sonuna
kadar erkeklerin kadınlardan daha üstün olduğunu savunmaktadır. Bu nedenle
Cemal’in baskıcı ve yeniliklere, kapalı ataerkil toplum yapısında yaşayan
erkekleri temsil ettiği söylenebilmektedir.
Sonuç olarak; kadınların toplumdaki kimlikleri, hem kendi
kimliklerini oluşturmada etkilidir hem de erkekleri benlik algılarını
etkilemektedir. Bu nedenle kimliklerin şekillenmesindeki en önemli etkenler arasında
kadınların toplumdaki konumları ve kadınlara olan bakıştır.
KAYNAKÇA
Livaneli Zülfü, Mutluluk, İnkılâp Yayınları, İstanbul, 2021
[i] “Feminist
Edebiyat Kuramı Ve Özellikleri.” Türk Dili Ve Edebiyatı, https://www.turkedebiyati.org/feminist-edebiyat-kurami/.
(Erişim tarihi: 20.01.2022),
https://www.google.com/url?sa=t&source=web&rct=j&url=https://dergipark.org.tr/en/d
ownload/articlefile/908986&ved=2ahUKEwi8393G6sD1AhXoRfEDHV0SAeEQFnoECCgQAQ&usg=
AOvVaw09UBwR9SaPwua1Hcci9z2X (Erişim tarihi: 20.01.2022)
Yorumlar
Yorum Gönder