Ana içeriğe atla

ÖLÜMCÜL DANS

 


Karakterler

Ceren: Grubun en iyi dansçısıdır. Hareketleri çok iyi yapıyor.

İpek: Ceren’den sonraki en iyi dansçıdır. Soloda kendine güveniyor ama korkmuyor değil.

Doğa: Soloyu çok iyi yapmak için çok çalışıyor. Başarılı bir dansçıdır.

Mina: Çok iyi dans etmesine rağmen soloyu başaramayacağını sanıyor. Aşırı stresli birisidir.

Meral: Dans etmeyi sevmektedir. Soloyu da almak istemektedir ama çok güzel dans edemediğinin kendisi de farkındadır. Bu nedenle ek bir işi olması için pastacılık kursuna gitmektedir. Zaman zaman arkadaşlarına yaptığı muhteşem kurabiyelerden dağıtmaktadır.

Kaan: Hikâyeleri abartarak birilerine anlatmayı çok sever.

Çağatay: İstanbul Yıldızları grubunun hocasıdır. Çok sinirli biri olmakla birlikte, arada sırada öğrencilerini de korur. O da Tolga gibi seyirci toplamak için elinden geleni yapıyor.

Tolga: Rakip grubun hocasıdır. Aşırı hırslı biridir. Seyirci toplamak için elinden geleni yapıyor.

Emre: Gazetecidir. Eline geçen bütün bilgilerden haber yapmayı başarır. Kaynaklarının güvenilir olup olmadığı belli değildir.

Arzu Hanım: Dedektif. En gizemli olayları bile çözmesiyle tanınır.

­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­­___________________

 

 

Yıl 2017... Günlerden 20 Aralık. Dansçılar 1 Ocak’taki yılbaşı gösterisine hazırlanıyordu. On gün boyunca kostümlü provalar alınacaktı. Bunun için de bütün kostümler ve diğer gereken aksesuarların hazır olması gerekiyordu. Bunları hazırlayan ekip herkesin kostümlerini tamamlamıştı. Tüm dansçılarda kaç tane gösteriye çıkmış olursa olsun, tatlı bir heyecan, abartılı bir mutluluk ve hafif de olsa bir telaş vardı. Herkes o mutlu anlarını yaşıyordu. Prova bile olsa, yani gerçek bir gösteri yapmasalar da, bütün bir yıl boyunca çalışılan dansların halka sunulması çok heyecan verici bir durumdu.

Ve prova zamanı...

Prova başladı ve akışın ortalarına gelindi. Artık sıra baş dansçı Ceren’in solosundaydı. Müzik başlamıştı. Solosu bir baleydi ve her şey çok iyi gidiyordu. En iyi dansçı bu rolü aldığından, kollarının ve bacaklarının gerginliği, esnekliği, yaptığı hareketleri dengeli bir şekilde yapması, hatta yüzündeki mimiklere kadar her hareketi muhteşemdi. Tam havada spagat açarken,(yani zıplayarak bacaklarını havada açarken) yere düştü. Oysa herkes nasıl da güzel yapıyor diye hayranlıkla izliyordu…

Dans hocası, Ceren’in hareketi yapamadığını düşündüğü için hemen kızmıştı. Sinirle “Durdurun müziği!” diye bağırdı. Diğer dansçılar da diğer dansa çıkacakları için kulistelerdi ve soloyu izliyorlardı. Hiç kimse Ceren’in yere düşmesine akıl sır erdiremiyordu. Bütün kulistekiler Ceren’in etrafına toplanmıştı. Hareket de etmediği için kafasını çarptığını düşünmüşlerdi. Birisi ambulansı ararken, bir diğeri nabzına bakıyor, başka biri de bayılmıştır diye düşünüp ateşi var mı diye bakıyordu.

O sırada bir arkadaşı: “Nabzı atmıyor!” diye çığlık atınca hocaları şok geçirmişti. Sadece hocaları değil hiç kimse neden olduğunu anlayamıyordu. Ambulans gelmişti ama ölmüştü artık, yapacak hiçbir şey yoktu.

Hoca: “Tamam gençler ama yılbaşına çok az kaldı. Biliyorsunuz, rakip grubun da gösterisi bizden bir sonraki gün olacak. Onlar da çok sıkı hazırlanıyorlar. Her ne kadar onların hocası Tolga jest yapıp bize başrol için kullanılacak maskeyi özel olarak yaptırıp gönderdiyse de gevşemeyin. Onlar en güçlü rakibimiz, bu sezon kıran kırana geçecek. Daha iyi dans etmeli ve daha çok seyirci toplamalıyız. Akışa devam edelim. Yarın solo için yeni seçmeler yapılacak.” dedi ve akışa devam ettiler.

Prova çıkışı herkes Ceren’in o ani ölümünü konuşuyordu. Hiç kimse nasıl olduğunu çözemiyordu.

Ta ki birden Kaan panikle konuşmaya başlayıncaya kadar: “Ben bu hareketin çok zor olduğunu biliyordum. Bir arkadaşım sahneden düşüp boynunu kırmıştı. Çok kötüydü. Bir başka arkadaşım da bileğini burkmuştu. Pardon, pardon. Bacağını kırmıştı.” dedi.

Kaan’ın bu ürkütücü sözleri üzerine herkes çok korkmuştu. “Acaba boynunu mu kırdı kızcağız?” diye düşünmeye başladılar. Bir yandan da bütün dansçılar ertesi günkü seçmeleri düşünüyordu. Hepsinin hayaliydi başrolü oynamak…

Ertesi gün olmuştu. Arkadaşları Ceren’in ölümüne üzülseler de rollerine odaklanmaya çalışıyorlardı. Kim istemezdi başrol oynamayı? Meral de arkadaşlarının biraz kafa dağıtıp, o hüzünlü havadan kurtulmaları için her zaman ki gibi krema ile süslenmiş, küçük lezzetli kekler getirmişti. Herkes Meral’in bu keklerini bayıla bayıla yiyordu. Bir yandan da hocalarına yakalanmamak için gizlice yiyorlardı, her biri küçük bir kalori bombasıydı. Ama hoca bunu zaten fark etmişti. “Bir kere de yesinler, ne olacak?” diye düşünüyordu.

İpek Meral’e: “Keklerin yine efsane olmuş. Sadece iki haftadır o kursa gitmene rağmen çok başarılısın bakıyorum da…” dedi gülerek.

Doğa: “Evet, evet. Çok güzel olmuş.” dedi.

Mina: “Tariflerini bana bir ara verir misin?” diye sordu.

Solo seçimleri başladı. En iyi öğrenciler havada kuğu gibi süzülerek bale yapıyorlardı. Hepsi muhteşem görünüyordu ve aralarından en güzel dans edeni seçtiler. Solo artık İpek’indi.

Tekrardan kostümlü bir akış aldılar. İpek kuliste solosunun başlamasını bekliyordu. Soloyu aldığı için çok mutluydu ve kendini biraz stresli hissediyordu. Müzik başlamıştı. O da çok güzel bir şekilde dans ediyordu. Muhteşem görünüyordu kostümü ve maskesiyle. O da havada tam kuğu gibi süzülecekken ‘Pat!’ diye yere düşüverdi.

Dünkü gibi hemen herkes başına toplandı ve ilk olarak nabzına baktılar. Ama hayır, kesinlikle atmıyordu. Yeniden her ihtimale karşı ambulansı çağırdılar ve İpek’i de götürdüler. Hocaları: “Tekrardan seçme yapacağız!” diye bağırdı. Herkes iki gün üst üste aynı dansta aynı hareketi yaparken ölmelerini çok ilginç bulmuştu. Ama tesadüftür herhalde diyerek seçmelere gittiler.

Bu arada Kaan yine iş başındaydı. Hemen bir gazeteci bulup röportaj yapıyordu. Gazeteci de İstanbul Yıldızları grubunun, yani kendi gruplarının gazetecisiydi. Daha doğrusu reklamlarını onun sayesinde yapıyorlardı. Gazeteci Emre’nin yaptığı birçok haberin kaynağı doğru düzgün bilinmezdi. Genelde önüne çıkan kulaktan dolma bilgiyle, para kazanmak için hemen haber yapardı. Bazı haberlerinin yanlış olduğu bile ortaya çıkmıştı bir zamanlar.

Emre: “Senin bu ölümler hakkındaki görüşün nedir?”

Kaan: “Bence boyunlarını kırdılar. Benim öyle pek çok arkadaşım hayatını kaybetti. Bacaklarını da kırmış olabilirler ama ondan dolayı ölünmez herhalde.” dedi. Oysa sadece bir arkadaşı boynunu kırarak hayatını kaybetmişti. Bir de Ceren ve İpek vardı ama ölüm sebepleri tam olarak henüz belirlenmemişti.

Dansçılar Meral’in başrol oyuncularına zehirli kekler yedirerek başrolü kapmaya çalıştığını söyleyerek dedikoduya başladılar. Hatta bazıları Meral’le hiç konuşmuyor onu düpedüz dışlıyorlardı.

Daha sonra yeniden seçmeler yapıldı ve her zamanki gibi en iyi dansçı seçildi. Adı Doğa’ydı.

Hoca: “Yarın kostümlü akışı tekrardan alacağız. Kostümlerinizi getirmeyi unutmayın!” dedi.

Doğa çok heyecanlıydı. Bu nedenle pijamalarıyla evde dans etmeye koyuldu. Bütün bir akşam dans etti ve artık her hareketi mükemmel yapıyordu. Üstelik ölen arkadaşlarının düşüp ölmesine neden olan harekete saatlerce çalıştı. Kusursuz dansıyla gurur duydu. Sonraki gün kostümlü prova almayı iple çekiyordu.

Prova zamanı geldi çattı. Tekrardan kostümlü akış alındı ve sıra Doğa’nın solosunda… Doğa diğerlerinin yaptığı harekete çok çalışmıştı ve ölmemeyi umuyordu. Gerçeği söylemek gerekirse Doğa akşam çok çalıştığı için kendisine güveniyordu. Tek fark kostümlerinin olmasıydı.

Işıklar ayarlandı ve müzik başladı. Doğa da diğerleri gibi muhteşem bir başlangıç yapmıştı ve dönüşlerini çok iyi başarmıştı. Sıra diğer arkadaşlarını öldüren zor hareketteydi. Kendin emin bir şekilde tam bacaklarını açmıştı ki… PAAT! Çok kötü bir düşüşle hayatını kaybetti. Arkadaşları tekrardan nabzına baktı ama kalbi kesinlikle atmıyordu. Artık bu hareketin ölümüne bir çare bulmaları gerekiyordu.

Gazetede çıkan haberin ardından, televizyonlarda, haber bültenlerinde, dergilerde, herkes Çağatay Hoca’nın acımasız bir dans hocası olduğunu, hırsı uğruna tehlikeli hareketler yaptırarak ölümlerine neden olduğunu, bir an önce durdurulması gerektiğini söylüyordu.

Bu hareketin zorluğu nedeniyle her gün saatlerce o harekete çalıştılar. Artık hiç kimse o soloyu yapmak istemiyordu. Herkes ölmekten çok korkuyordu. Ama hocaları kararlıydı. Ona göre o solo kesinlikle olacaktı ve o hareket, diğer bütün hareketlerin arasında en güzel görüneniydi. Bu nedenle çok çalışıp hoca kendisi çalışırken bir eleme yaptı ve Mina’yı yanına çağırdı: “Artık bu solo senin en iyi sen yapıyorsun ve sana güveniyorum.” dedi.

Bunun üzerine Mina da soloyu aldığına sevinsin mi, yoksa diğer arkadaşları gibi öleceği için üzülsün mü bilemedi. Bütün akşam eve gittiğinde pijamalarını giydi ve bütün akşam boyunca ağlaya ağlaya solosuna çalıştı. Açıkçası arkadaşlarının neden öldüğünü anlayamıyordu. Hareket zor olsa da esnek oldukları için kesinlikle kolay bir şekilde yapabilmeleri gerekirdi.

Ertesi gün olduğunda Mina provada öleceğini düşündüğü için aşırı çok stresliydi. Kostümlü prova olacaktı. Kuliste solosunu beklerken elleri buz gibi olmuştu ama yüzünden terler akıyordu. Aynı zamanda ateşi de çıkmıştı. Ne yapacağını bilmiyordu. Soloya çıkmak kesinlikle istemiyordu. Bir yandan öğretmeninden de çekiniyordu. “Çıkmazsam kesin çok kızacak!” diye düşünüp müzik başladığında sahneye çıktı. O kadar stresliydi ki, dans ederken maskesini takmayı unuttuğunu fark etti! “Hoca çok ama çok kızacak bence! Ne yapmalıyım bilmiyorum ki.” diye düşünürken solosu bitti. Müzik bittiğinde Mina hâlâ yerinde tir tir titriyordu.

Hoca: “Maskeni niye takmadın?” diye bağırdı. “Yarın gösteri var!” dedikten sonra biraz düşündü. “Aslında maskeyi pek beğenmiyorum ama sırf en güçlü rakibimiz bize bunu bu soloda kullanalım diye verdiği için jest yapmak zorundayız. Aramızı bozarsak çok kötü olur. Biraz fazla tepki verdim kusura bakma Minacığım. Ama yarın sakın unutma. Gösteriye rakibimizin eğitmeni Tolga da gelecek. Sonra dediğim gibi… Aramız bozulur.” dedi.

Mina eve gittiğinde hâlâ yaşadığını fark edip sevindi. Ölmemişti! Demek ki öğretmenleri ona güvenmekte haklıydı. Bir zamanlar en iyi dansçı olan Ceren’den çok daha iyi bir dansçı olduğunu kanıtlamıştı. Kostümünü giymeye üşendiği için pijamalarıyla bir kere daha dans etti ve güzelce uyudu.

Sabah olduğunda çok mutluydu. Akşam sekizde gösterileri olacaktı. Çok da heyecanlıydı. Koşa koşa sahneye gitti. Hocaları: “Akşam sekizde gösterimiz var. Akşama yorgun olmamanız için bugün prova almayacağız. Sadece bir kez genel kuralları tekrar edelim. Çok çalıştınız bu yüzden dans ederken hata yapmanızı istemiyorum. Olursa da zaten çok kalabalık bir grup olduğumuz için belli olmayacaktır. Bunu siz de biliyorsunuz. Soloya gelince, hareketleri çok güzel yapıyorsun Mina, kendine güvenmelisin.” dediğinde Mina daha da strese kapılmıştı. “Ya hocayı memnun edemezsem” diye düşünüyordu. Hoca lafına devam etti: “Lütfen dünkü gibi maskeni takmayı unutma. Ama diyelim ki unuttun, Tolga dışında anlayan olmayacaktır. Zaten alt tarafı bir maske… Sen yine de dikkat etmeye bak olur mu?” dedi.

Mina, hocasının ‘kendine güvenmelisin.’ sözünden sonra başka hiçbir şey duymamıştı. Sadece öğretmenini memnun edememekten korkuyordu. Bütün bir gün boyunca bunu düşündü. Öğlen herkes kendi getirdiği yemeği yedi. Öğleden sonra herkesin saçı ve makyajı yapıldı. Gösteriye çıkmadan bir saat önce herkes hazırdı. Geriye tek bir şey kalmıştı. Isınma hareketleri yapmak. Mina ısınma hareketlerini yaparken strese girmişti.

Bir saat çabucak geçti ve gösteri başladı. Bütün dansçılar kulisin arkasından, görünmeden seyircilere bakıyorlardı. Rakiplerinin öğretmenleri Tolga da buradaydı. Akış başladı. Sıra Mina’nın solosundaydı. Kuliste beklerken “Ben de şimdi stresten öleceğim galiba…” diye kendini sakinleştirmek için espri yaptı ve müzik başladı.

Sahneye çıktığında tekrardan maskesini takmayı unuttuğunu fark etti. Tolga Hoca da ona çok kötü bakıyordu. Solosu bittiğinde yaşadığından emindi. Hareketlerin çok da zor olmadığını düşünerek arkadaşlarının nasıl öldüğünü kesinlikle çözemiyordu.

Bütün gösteri çok başarılı bir şekilde devam etti. Maskesini unutmak dışında başka hiçbir aksilik çıkmadı. Ama tek bir sorun vardı. Tolga Hoca aşırı derecede sinirliydi. Selam sırasında herkes ayakta alkışlıyordu kendilerini. Mina solo yaptığı için tek başına tekrardan öne çıkıp, çok zarif bir şekilde selam verdiğinde Tolga Hoca sinirden kıpkırmızı olmuştu. Mina, Tolga Hoca dışında herkesin kendisini ayakta alkışlayıp, ıslık çaldığı için çok mutluydu.

Tolga Hoca bir anda bağırmaya başladı: “Sen nasıl maskeni takmazsın! Ne kadar kötü dans ettiğinin farkında bile değilsin! Bunu nasıl yaparsın!”

O sırada Mina’nın hocası Çağatay, yanında polisin dedektifiyle geldi ve: “Esas sen bunu bize nasıl yaparsın!” diye sordu.

Tolga Hoca: “Neyi nasıl yaparım?” dedi endişeli bir şekilde ve panik hâlinde.

Çağatay Hoca: “Az önce dedektif Arzu geldi. Biliyorsun üç tane dansçımızı bu soloda kaybettik. Arzu Hanım, bu konuyu merak edip araştırmış ve ölen dansçıların arsenik yüzünden öldüklerini belirlemiş. Herkes kendi yemeğini kendisi getirdiği için aldıkları besinler farklı. Sadece arada sırada Meral pastacılık kursunda yaptığı pasta ve kek tarzı tatlılardan ikram ediyor ama Ceren kilo almamak için kesinlikle yemezdi. Tek ortak yönleri o maskeyi kullanmaları olmalı çünkü Mina provada da gösteride de sizin bize verdiğiniz maskeyi takmayı heyecandan dolayı unuttu ve ölmedi.” dedi.

Tolga Hoca: “Sen beni ne ile suçladığının farkında mısın?” dedi.

Arzu Hanım: “Evet, farkındayız. Otopsi sonucu ortaya arsenik çıktı. Arsenik; solunum yoluyla geçen, yirmi otuz dakika arasında etki gösteren ve öldüren bir kimyasal maddedir. Ayrıca maskenin iç yüzeyinden aldığımız boya örneklerinde de öldürücü oranda arsenik çıktı.” dedi.

Tolga Hoca: “Bu imkânsız! Bu çok ağır bir suçlama!” diye bağırıyordu. Çok endişelendiği için bu işte bir parmağı olduğu kesindi.

Arzu Hanım: “Maskeyi verirken fotoğrafınız bile çekilmiş! Haberlerde de çıkmışsınız. Gazetecinizin adı Emre Bey idi değil mi Çağatay Bey?” diye sordu.

Çağatay Hoca: “Evet, o bizim gazetecimiz. O haber de yanımda. Sonuçta en fazla bir ay olmuştur. Buralarda olsa gerek.” dedi ve haberi gösterdi.

Arzu Hanım: “Suçlunun sizin olduğunuza dair pek çok kanıtımız var. Lütfen bizimle karakola kadar gelin.” dedi ve sonuç olarak her şey ortaya çıktı.

______________________

 

Son Söz

Ceren, İpek ve Doğa: Ne yazık ki arsenikten dolayı hayatlarını kaybettiler ve herkes onların yasını tutmaya devam ediyor.

Mina: En başarılı dansçı o oldu. Pek çok gösteriye çıktı ve birçok yarışma kazandı.

Tolga Hoca: Tasarlayarak insan öldürme suçundan ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası aldı.

Çağatay Hoca: Öğrencilerinin ölmesine çok üzülmesine rağmen çok başarılı bir sunum yapmasına çok sevindi, dansçılarıyla birçok güzel gösteriye imza attı.

Rakip Grup: İflas etti.

İstanbul Yıldızları: Çok ünlü ve başarılı bir grup oldular. Hem Türkiye’de, hem de yurtdışında büyük bir ün kazandılar.

Arzu Hanım: Başarılı bir dedektif olmaya devam etti.

Meral: Çok başarılı bir aşçı oldu. Dansçılığa hobi olarak devam etti.

Kaan: Hikâyeleri anlatırken daha dikkatli oldu.

Emre: Bu olaydan sonra kaynaklarını doğrulamadan haber yapmadı.

______________________

Suzan R. HOFSTEDE

2018

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜNİVERSİTELİ OLARAK KENDİMİ KEŞFETMEK

    Doğan Cüceloğlu’nun “Var Mısın?" adlı eserini bir buçuk sene önce okumuştum ve çok beğenmiştim. Kitabı o zaman okuduğumda üniversite sınavına hazırlık sürecinde bana yardımcı olmuştu. Kafamda meslek seçimi ve üniversite seçimi gibi şeyleri planlamıştım ancak detayları planlamamda destek olmuştu. Kitabı şimdi de üniversiteye giden bir genç gözüyle okudum ve o anda fark etmediğim başka anlamlar gözüme çarptı. Düşüncelerimi sizlerle de paylaşmayı çok isterim. “Şimdi ve burada, bir başkasının kriterlerine göre var olmaya çabalayan bir insan mısın; yoksa kendi bilincinle oluşturduğun ölçütlere göre seçimlerini yapıp eyleme geçen biri misin?” [1] Kitabın ilk sayfalarından itibaren sık sık hayallere daldım. Kendimi sorguladım. Şu anki konumumu, hayattaki duruşumu sorguladım. Başka insanların kriterlerine göre yaşamak imkânsız. Herkesi aynı anda memnun etmek mümkün değil.   İnsanlar sürekli yorum yaparlar. Sizin kişiliğiniz hakkında, duruşunuz hakkında, başarınız h...

CRUISE MACERASI

    Şu aralar oldukça heyecanlı bir olay yaşıyorum. Annemle bir uluslararası sağlık hukuku kongresinde geldik. Peki neredeyiz şimdi? Tam olarak denizin ortasındayız. Ege denizinde. 4 Ekim Çarşamba akşamı Ankara'dan otobüsle İstanbul'a geldik. Galataport'ta biraz vakit geçirdik. Kahvaltı, gezme dolaşma, kahve içme, sohbet, biraz da ödevlerimi yapma ve ders çalışmayla geçti sabahım. Öğlen 12.00 gibi pasaport kontrollerinden geçip gemiye bindik. Cruise'a. 10 günlük bir turdayım şimdi. Denizde seyir günlerinde kongreye katılıyorum ve geminin içinde annem ve annemin arkadaşlarıyla sohbet edip geziyorum. Geminin içinde tahmin bile edemeyeceğiniz her şey var. Havuzlar, yemek yerleri, barlar, devasa bir tiyatro salonu (kongre sunumları da burada yapılıyor), bowling salonu, spor merkezleri, spa, çocuklar için oyun yerleri, sinema salonu, alışveriş yerleri hatta casino bile var! Ancak en önemli şey yok: İletişim. DÜNYA İLE BAĞLANTIMIZ KESİLDİ "Nasıl yani?" ded...

EHLİYET SINAVIM

    Lise hayatınız bitince ve on sekiz yaşınızı doldurunca gerçekten çok heyecanlı bir sürece atılıyorsunuz. Aşağı yukarı aynı zamanlarda üniversite sınavı, mezuniyet töreni, mezuniyet balosu ve araba kullanmaya başlama serüveni oluyor. Heyecanlı bir yaz tatili sizleri bekliyor. Haziran ayının sonu gibi liseden mezun olduk ve hayatımızın belirlendiği üniversite sınavından kurtulduk. Temmuzun başlarında da ehliyet kursuna başladım. Kursa başlama hikayem de hiç beklenmedik bir şekilde gerçekleşti. Ehliyetimi yaz tatilinde almaya kararlıydım açıkçası. Havalar bozmadan araba kullanmaya alışmak istiyordum çünkü. Ayrıca okul zamanı sürücü kursuna gitmek istemiyordum. Hazır bolca vakit varken rahat rahat kursa gidip kullanmayı öğrenmek istiyordum. Bir gün annemle sürücü kursu aramak için oturduğumuz yere yakın olan kursları gezip bilgi aldık. Bir kursta tam bilgi alırken "Dersimiz beş dakika içinde başlayacak. İsterseniz şimdi kaydolun ya da önümüzdeki ay başlayın dediler." Böyl...