PİYANO ÇALABİLMEK
Kadının toplumsal yaşamdaki
yerini -ne yazık ki günümüzde bile- yoksulluk, eş ve sınıflı toplum yapısı
belirlemektedir. Füruzan “Piyano Çalabilmek” eserinde; yoksulluk ve sınıflı
toplum yapısını, “kadınların hayatları” üzerinden okuyucuya sunmuştur. Hikâyede,
“eskiden zengin olan bir kadının; hayattaki yeri, ona karşı olan bakış açıları
ve kendisinin hayata karşı tutumunu” görmekteyiz. Kızın dünyasındaki “iki
kadın: anne ve babaanne” konu edinilmiştir.
Bu öykünün ana
çatışmaları arasında “şehirli ve dağlı” ayrımını görüyoruz. “İletişimsizlik”, “yabancılaşma”,
“ötekileştirme”, “aidiyet sorunu” ve “sınıflı toplum yapısı” izlekleri,
“figürler arası çatışmalar” ile okuyucuya sunulmuştur. Anne ve babaanne arasında, anne ve kız
arasında, anne ve baba arasında, annenin ablası Muazzez ve annenin kızı arasında
“kültür çatışmaları” bulunmaktadır.
Bu çatışmaların temel
nedeni uzam ve zamandan kaynaklanmaktadır. Bir “bayram sabahı” anlatılan bu
öykü, bir “savaş zamanının” hemen sonrasında geçmektedir. Baba tarafının
Bulgaristan’dan göç etme sebebi budur. “Hükümet değiştiği için” göç etmişlerdir
ama babaanne “Kim gördü hükümetleri avlularda, tarlalarda, dağlarda”
sözüyle “hükümete bir eleştiri” yapmıştır. Aynı şekilde “zengin bir ailenin
düştüğü acınası durum” da anne ve ailesini çok çaresiz bırakmıştır. Her iki
aile de “çok çaresiz” olduğu hâlde birbirlerine destek olmak yerine
“iletişimsizlik” yaşayarak çatışmaktadırlar.
Temel çatışmalardan biri
“anne ve babaanne” arasındadır. Anne için “şehir”; statüyü, varlığı ve
zenginliği ifade etmektedir. Ancak babaanne için durum öyle değildir.
Konuşmalarında “kent hayatını” hep kötüleyerek anlatmaktadır. Anne ve babaanne,
kendi düğünlerini anlatmışlardır ve bu “sınıflar arası uçurum” orada da
görülmektedir. Annenin düğünü “üst zümreye ait” iken, babaannenin düğünü “yöresel
hayatı” anlatmaktadır.
Ataerkil yapıdaki bir
toplumda “kadına olan bakışı” şu bölümden de anlayabiliyoruz: “Dağlıktır
bizim oralar (…) Ama tutturdu koca ihtiyar gidelim diye, buranın hükümetleri
değişti. Onca toprak bağ bahçe, köşk hizmetkârlar kaldı oralarda. Sattık, ama
yabanlarda harcayıverdi erkeklerimiz. Ne dedikse kâr etmedi. Kadınsınız
bilemezsiniz, dediler.” Babaannenin söylediği bu sözlerden; “kadının
değersizliği”, “kadına olan bakış”, “ataerkil bir toplumda kadınların çektiği
zorluklar” ve “kadınlara önem verilmemesi” vurgulanmıştır.
Bir diğer çatışma anne ve
kızı arasındadır. Çatışmanın ana nedeni, önemli izleklerden olan “yoksulluk” ve
“maddi durum” ile ilgilidir. “Ne yapalım. Bak iki senedir giyiyorsun.
Bayramlarda takunyayla gezmekten daha iyi. Benim vaktiyle ceylan derisi
ayakkabılarım vardı. Sende kibarlığa özenti yok ki. Ne de olsa kandır çeker.
Dağlılara benzeyip çıktın.” Takunyalar, “yoksulluğu” sembolize ederken; “ceylan
derisi ayakkabılar”, zenginliği ve kadının geçmişe olan özlemini temsil
etmektedir. Anne kendisini “şehirli” olarak görmektedir. Kızını “dağlı” tarafa,
yani eşine ve ailesine, benzediği için eleştirmektedir. Bu kırıcı sözüyle
sadece kızını eleştirmekle kalmayıp, hem kızını hem de eşinin ailesini
“ötekileştirmektedir”.
Kızın düşünceleri olan şu
cümlelerden de kızın annesine olan karşı hislerini ve “yabancılaşmayı”
anlayabiliriz: “Annemin hiç dönülmeyecek kadar uzak bir yerde olduğunu
düşündüm. Sanki anlattığı karışık bilinmez şeylerle o da çekip gitmişti.” Kız
bunları babasıyla birlikte “alt sınıfta” olan bir yere gittiğinde düşünmüştür.
O düşüncelerle birlikte anne ve kız arasındaki “yabancılaşma” ile
“iletişimsizlik” daha da artmıştır.
Anne ve babanın
diyaloglarından da “uyumsuz” bir çift olduklarını anlayabiliyoruz. Eşi ile
evlendikten sonra, annenin “sosyal statüsü” değişmiştir. Üst sınıftan alt
sınıfa geçtiği için bu durumu gururuna yedirememektedir. “Ben şehirliyim.
Babanla evleneceğim kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi. Varlık, onur görmüş konakların
kızıydım.” Annenin söylediği “ben şehirliyim” sözü, ikinci kocası olan
Demir Ali’yi aşağıladığının bir kanıtıdır. Bir başka deyişle “kendisinin üst
sınıf olduğunu” vurgulamaktadır. “Ben babana göre değildim, ama ne
yapacaksın, kader.” sözlerinden de annenin, kendisini eşinden “üstün”
gördüğünü vurgulamaktadır. “Sınıflı toplum yapısının” eşi ile arasında “bir
uyumsuzluk” yaratmasına neden olmuştur.
Anne ve baba arasında
geçen başka bir diyalogda ise “ilişkilerinin iyi olmadığını” ve “eşlerin birbirlerine
olan bakışı” görmekteyiz. “Dilencilikten ne farkı olacak yaptığın işin?
Nasıl söyleyeceğim Kadıköy’dekilere?” Bu sözlerden, annenin eşinden
utandığını görmekteyiz. Kız bu konuşmayı duyduğundan annesine olan
“yabancılığı” ve “aralarındaki iletişimsizlik” daha da artmıştır.
Aslında annenin isteği
“geçmişteki güzel ve varlıklı hayatına” geri dönmektir. Bu nedenle mücadele
etmek yerine, sürekli şikâyet edip söylenmektedir. Füruzan “Parasız Yatılı”
adlı hikâyesindeki “anne figürünün” tam zıttı olarak davranmaktadır. Bulunduğu
durum için eşini suçlamaktadır. Bunun nedeni ise “kadınların toplumdaki yerini”
“eşleri” tarafından belirlenmesidir. Ablası kendi ailelerine yakışan, “şehirli
ve eğitimli” bir eş bulduğundan hayatı daha rahat geçmiştir. Ablasının da
kendisi gibi “üst sınıfa ait” olduğunu düşünmektedir. Bunu “Üstelik asildir
de.” cümlesinden anlayabiliyoruz.
Hikâyenin son cümlesi
olan: “Sen de beni sevmiyorsun.” cümlesi çok acıklıdır. Annenin kızına söylediği
bu cümlede, aslında çevredekilerin “yabancılaşma durumu” değil; annenin “eski
hayatına olan özlemi” ve kendisinin “yeni, yoksul hayata alışamayarak yabancı
hissetmesi” anlatılmaktadır. Kendisini “çok yalnız” hissetmektedir. Kızının
kendisini sevmemesinin nedenini yanlış anlamıştır. “Kızının, kendisi gibi üst
sınıfa ait olmadığı” için sevmediğini düşünse de aslında kızı arasında bir
“iletişimsizlik” olduğundan dolayı anlaşamamaktadırlar.
Son olarak hikâyedeki en
önemli sembol ve aynı zamanda bir leitmotif olan “piyanoya” değinmek istiyorum.
“Anlatırdı hep annem, gene anlatıyordu. Onu çok yabancılıyordum. Çevremizin
dışındaydı anlattıkları. Hele o piyano çalma lafı yok mu, en korktuğumdu. Çünkü
piyanoyu biliyordum.” Piyano çalmak; maddi durumun iyi olduğunu ve
zenginliği belirten bir semboldür. Kızı, piyanoyu sadece bir kez sinemada
görmüştür. Bu nedenle annesine inanmamaktadır. Aralarındaki “iletişimsizlik” ve
“sınıf farkı” vurgulanmıştır. “Piyano denilen şeyi çalmak iş değildi. O da
bir sinemada görmüş olmalıydı. Gerçi Yavuz Sineması’na gitmiş olamazdı. Çünkü
sinemaya verilecek paramız yoktu.” Aynı zamanda anne için “yabancılaşmanın”
ve “iletişimsizliğin” de bir sembolüdür. “Kıymetli bir Fransız piyanosu”
olan bu müzik aletini sattıklarında “Parası ferahlık getirdi.” diyerek anne
o üzüntüsünü geçirmeye çalışmıştır. Yas sebebiyle “piyanoyu çalamamaları” ve
daha sonradan “yoksulluk” nedeniyle satmış olmaları annenin “yabancılaşmasına”
neden olmuştur.
Yorumlar
Yorum Gönder