Yoksulluk;
eğitimi, toplumsal yapıyı, bireylerin toplumdaki yerini ve insanların hayata
olan bakış açılarını etkileyen bir faktördür. Füruzan’ın yazdığı bu eserde de
“yoksulluk” ana izlek olarak karşımıza çıkmaktadır. Yoksulluğun, bir anne ve
kızının hayatına olan etkileri okuyucuya sunulmuştur. Annenin bir hastabakıcı olarak çalışmaya başlamasıyla hayatlarındaki
değişiklik konu edinilmiştir.
“Yoksulluk”,
bu hikâyede en çok vurgulanan izlektir. Yaşanan olaylar ve toplumdaki sorunlar,
anne-kızın “yoksulluğu” ve “çaresizliği” ile ele alınmıştır. Maddi durumlarının
iyi olmadığını; evin bakımsızlığından ve üçüncü sınıfa giden küçük bir kızın
“önlüğünün ağarık bir kara” olmasından anlamaktayız. Börekçiye gitmenin onlar
için “kırk yılda bir ziyafet” anlamına gelmesi de bu durumdan
kaynaklanmaktadır.
Her ne kadar anne
“mücadeleci bir kadın” olsa da “çaresiz” bir kadın olduğundan, küçük kız hep
“uslu ve olgun” davranmak zorundadır. Annesi ona çok büyük “sorumluluklar”
yüklemektedir. Bunun sebebi annenin kızını kendisine bir “arkadaş ve hayattaki
en büyük desteği veren kişi” olarak gördüğü için de olabilir. “Bizim hastanedeki
iş”, “İşimizi iyi yapmalıyız.” gibi söylemlerde bulunduğundan kızına “kendi
sorumluluklarını” da yüklediğini görürüz. Daha sonradan kızının “hiç çocuk gibi
yaşamadığını” düşünmüştür ama öyle bir “fakirlik” ve “çaresizlik” içinde
olmaları nedeniyle, küçük kız annesine yardım etmek zorundadır.
Hikâyede
uzamların belli sembolleri vardır. Bu semboller bazı yan izlekleri
oluşturmaktadır. Örneğin sokak, “yabancılaşmayı” ve anne-kızın “toplumda var
olma çabasını” vurgulamaktadır. Bunu şu satırlardan anlıyoruz: “Anne-kız sabah
kalabalığının arasında, yabancı, çabuk yürüyorlardı.” Kızın okulu “yoksul bir
çocuğun ötekileştirilmesi” kavramını ele almaktadır. Küçük kızın beden eğitimi
derslerine sadece “yoksul” olduğu için girememesi bunun kanıtıdır. Sınavın
yapıldığı bina “umudu, geleceği ve hayalleri” sembolize etmektedir. Hikâyenin
son cümlesi olan “Dış kapıda annesi yağmurun altında gülümseyerek bakıyordu.” bu
sembolleri çok iyi bir şekilde betimlemektedir. Son olarak iç uzam olan ev ise;
“yoksulluk, sığınak, güven, içine kapanmışlık ve evde erkeğin yokluğu”
kavramlarını temsil etmektedir.
Zaman
ise net olarak verilmemekle birlikte satır aralarındaki duygu değişimlerini
vurgulamaktadır. Bu duygular ise ana izleği oluşturmaktadır. Sınav günü, bir
yaz mevsimidir ve bu ailenin geleceğini, umudunu okuyucuya hissettirmektedir. Yaz
mevsimi olduğunu “haziran yağmuru” sözünden anlamaktayız. Annenin hasta bakıcı
olarak çalıştığı dönem ise, “mangal kömürü yaktıkları” soğuk bir kış mevsimde
geçmektedir. Bu durum, küçük kız için de anne için de “yaşanan zorlukları”
vurgulamakta ve yan izlekleri oluşturmaktadır.
Küçük
kızın “yalnızlığı” da “yoksulluktan” kaynaklanan bir durumdur. Okulunda hiç
arkadaşı olmaması ve annesinin hastabakıcı olarak çalışmasıyla evde de yalnız
kalması bu parçada işlenen konulardan biridir. Okulunda “yoksulluktan dolayı
arkadaş bulamaması” “sınıflı toplum yapısının belirgin olduğunun bir
göstergesidir. “Parasız yatılı” sınavına gireceği zaman annesine “Bu okulu
kazanacakların hepsi de benim gibi yoksul çocuklar mı?” diye sorması ve
“Öyleyse ben burayı kazanırım.” demesi, orada “yalnız” kalmayacağını ve arkadaş
bulacağını düşünmesidir.
“Masumiyet”
ise bu anne kızın en önemli özelliği ve bu hikâyenin bir yan izleğidir. Anne ve
kızının çaresizliğini ve masumiyetini şu satırlardan anlayabiliriz: “Çay zaten
sevmiyorsun. Elim yanıyor, diyorsun.”
“Eğitim
sorunu” ve “eğitime eleştiri”, başlıktan da anlaşılacağı gibi hikâyeyi
oluşturan temel unsurlar arasındadır. Sınava girecek öğrencilerin “yoksul”
olduğu bellidir ancak onlardan “mal varlığı belgesi” istenmektedir. Bu tezatlık
da Füruzan’ın eğitim sistemine karşı eleştirisini göstermektedir.
Son
olarak “toplumda kadının yeri” ve “toplumun kadına olan bakışı” konusuna
değinmek istiyorum. Ataerkil bir toplum yapısında, kocası vefat etmiş bir
kadının “hayata karışması” ve çektiği zorluklar üzerinde çok durulmuştur.
Evdeki düzenin bir “muşamba” ile sembolize edildiğini görmekteyiz. Evde bir
erkek varken ve eve gelen bir gelir varken masada bir “çiçekli muşamba”
serilidir. Anne hastabakıcı olarak çalışmaya başlayıncaya kadar “bu muşamba”
kaldırılır. Bu durum, ataerkil bir toplumdaki kadının yerini göstermektedir.
Ayrıca, başhemşire de
“toplumun kadına olan bakışını” temsil eden bir figürdür. Toplumun dayattığı bazı gerçekler vardır. Bu görüşler başhemşirenin şu
sözleriyle ortaya konmuştur: “Kendinden mi dudağının rengi?”, “Ciddi ol.”, “Bir
şey denirse senden bilirim.” gibi sözler; o dönemde toplumun hayata olan bakış
açısını, kadınların toplumdaki yerini ve yaşamı ifade etmektedir. Hayata yeni
karışmaya başlayan bir kadına karşı “potansiyel suçlu” muamelesi yapılmaktadır.
Kocası vefat etmiş olan bir kadına olan bakış açısı anlatılmıştır.
Genel olarak bu hikâyede “yoksulluk” ve “toplumdaki
bazı kalıplaşmış fikirler” işlenmiştir. “Eğitime bir eleştiri” yapılırken fakir
bir çocuğun “yalnızlığı”; “ötekileşmiş” ve “yabancılaşmış” masum bir ailenin
hayatlarındaki değişikliği de gözlemlemekteyiz.
Yorumlar
Yorum Gönder