Ana içeriğe atla

“PARASIZ YATILI” DEĞERLENDİRME MAKALELERİ

 

GİRİŞ

Bu projede inceleyeceğim öyküler ve yazacağım makalelerin konuları aşağıdaki gibidir:

  1. Taşralı: Öyküden alıntılanan bölümlerden yola çıkarak figürlerin kültürel, sosyal ve ekonomik durumlarının gösterdiği farklılığın figürler arasındaki iletişimi ve ilişkiyi nasıl etkilediğini değerlendirme.
  2. Parasız Yatılı: Öyküde yer alan “anne” figürünün yaşamından yola çıkarak kadının toplumsal yaşam içerisindeki yerini ve öykünün dikkat çekmek istediği noktaları değerlendirme.
  3. Piyano Çalabilmek: Öyküde “iletişimsizlik” öğesi, hangi figürler açısından ve nasıl ele alındığını değerlendirme.

TAŞRALI

KONU: Öyküden alıntılanan bölümlerden yola çıkarak figürlerin kültürel, sosyal ve ekonomik durumlarının gösterdiği farklılığın figürler arasındaki iletişimi ve ilişkiyi nasıl etkilediğini değerlendirme.

SOSYOKÜLTÜREL YAPI, FİGÜRLER VE ORTAYA ÇIKAN “İLETİŞİMSİZLİK”

İnsanların sosyal çevresini, kültürünü ve ekonomik durumunu kapsayan “sosyokültürel yapı”, herkesin hayatına önemli bir şekilde etki etmektedir.  En önemli etki “sınıflı yapıyı” oluşturarak insanlar arasındaki “iletişimi” ya da “iletişimsizliği” oluşturmasıdır. Füruzan’ın Taşralı hikâyesinde, “taşralı bir kızın” annesi ve teyzesi arasındaki “iletişimsizlik” okuyucuya sunulmuştur.

Hikâyenin adından da anlaşılacağı üzere, ana çatışma “taşra” ve “şehir” arasındadır. Füruzan bu soyut çatışmayı karakterler ile daha da belirginleştirmiştir. Farklı toplumsal kesimlerden olan kadınların hayata ve olaylara olan bakış açıları verilmiştir. Bu zıtlıklar anlatılırken taşradan gelen kesimin bakış açısı daha ön plandadır çünkü hikâyeyi taşralı kız ve taşralı kızın annesi anlatmaktadır.  Genel olarak hikâyedeki çatışmalar; anne ve teyze, Jale ve Yurdagül, taşralı kız ve Jale, taşralı kız ve teyze, teyze ve Yurdagül arasındadır.

“Evin tümü kapanık bir renge bulanmıştı. Bahçe kapısına beyaz yediveren gülleri sarılıydı. Güllerin orda kara bir kedi yalanıp duruyordu.  Kapıyı çaldığımda belirsiz konuşmalar geldi içerden. Alt bahçe öndeki gibi bakımlı değil, ekşimiş bir çöp kokusu geliyordu aşağıdan.” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 27) [1]

Bu betimleme, “teyzenin evini” anlatmaktadır. Teyzenin “kapanık renge bulanmış”, “bakımsız” ve “çöp kokusu” gelen bir evde yaşaması; aslında bize teyzenin karakteri ve kişiliği ile ilgili ipuçları vermektedir.

“Büyük cam vazonun tam arkasında oturuyordu, vazoda kurumuş, kabuklaşmış leylaklar vardı. Oda sanki loş bir avluydu. Sokağın toz kokan güneşi hiç yokçasına yitip gitmişti.” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 28) [2]

“Vazodaki kurumuş, kabuklaşmış leylaklar” gibi teyze de “kurumuş ve kabuklaşmıştır”. Bu çiçeklerin bir “cam kavanoz” içinde durması, teyzenin ruh hâlini çok belli etmesiyle sembolize edilmiştir.

“(…) Ara kapıyı açınca teyzemi gördüm. Bana anlattıklarına benziyordu. Saygın bir hanımefendiydi.  (Okumuş yazmış kadındır. Evinin titizliği temizliği dillere destandır. Eli sıkıdır ama eh o da bir çeşit meziyet. Koskoca paşayı kaybetti, hanımefendice içine attı acısını. Ağladı sızladı ama evini düzenini korudu. Allahtan korkarım nemize lazım, yalan diyemeyiz, üstelik gençliğinde de sayılı güzellerdendi.) (…)” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 27) [3]

Betimlemelerden de anlaşılacağı üzere; eğitimli, gençken güzel, “şehirli” ve Paşa eşi olan teyze, kocası öldükten sonra düzenini koruyabilmiştir. Teyzenin evinin bakımsız ve köhne olmasıyla ruh hâlini anlıyoruz. Ayrıca daha sonradan belirtilen, “vazoda kurumuş, kabuklaşmış leylakların” olması da teyze hakkında okuyucuya bir ipucu vermektedir. Bütün bu olumsuz tasvirler “taşralı kızın” ağzından olduğu için, taşralı kızın teyzeyi pek de sevmediğini anlayabiliyoruz. Aslında bu üç alıntı sadece bir betimlemeden ibaret değil, teyze ve yeğeni arasındaki çatışmayı temsil etmektedir.  

“Bu en koca kenti yadırgıyorum. Buranın dışındayım. Bana, git kal, teyzendir demişlerdi. Onun konuştuğunu, sorgu ünleminden anlıyorum. Sorduğu ne?  Bana bakıyor, gittikçe öfkeli ve yaşlı sanki. Yineliyor.  Saçlarını kesmeyeceksin değil mi?  Hıı diyorum.  Oysa keseceğim. Hem de en kısa… Taşralı bir kız olmanın buruk acısını bile tattırmaz teyzem bana anlıyorum…” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 31) [4]

Bu alıntının altında da birçok anlam yatmaktadır. Bu paragrafta “aidiyetsizlik”, “kimlik edinme çabası” ve “teyze-yeğen çatışması” bulunmaktadır. Odak figür olan taşralı kız, teyzesinin söylediklerine karşı çıkarak “kimlik edinmeye” çalışmaktadır. Ayrıca “bu en koca kent” diyerek “kenti” gözünde büyüttüğünü anlıyoruz. Kendisi “taşralı” olduğundan, “kente” ait hissetmemektedir. Füruzan birçok hikâyesinde, “saç kesmenin” -yani “kısa saçlı” olmanın- “şehirli” olmak anlamına geldiğini görmekteyiz. Bütün bu yan izlekler; taşralı kızın sadece teyzesiyle olan çatışmasını değil, kendisiyle olan çatışmayı da vermektedir.

Taşralı kızın, “Teyzeme hiç bakmıyordum.”, “Teyzemin bana karşı olan tutumunun bilincine vardım.” gibi cümleleri teyze ve yeğeni arasındaki çatışmayı belirginleştirmektedir. Taşralı kız ve annesinin hayata bakış açıları aynı olduğundan; teyze, yeğenine annesine davrandığı gibi davranmaktadır. Bakış açılarının farklılığı “iletişimsizliği” ortaya çıkarmaktadır.

Anne ve teyze arasında da bir mesafe olduğunu hissetmekteyiz. Bu iki kız kardeşin ilişkileri çok iyi değildir ve birbirleriyle geçinemiyorlardır. Bu “iletişimsizliğin” temel nedeni, “taşra” ve “şehir” çatışmasından kaynaklanmaktadır. Bir diğer sebebi ise evliliktir. Teyze “para” ve “statü” için evlenmişken, anne “aşk” evliliği yapmıştır. Anne ve teyzenin hayata olan bakış açıları, tavırları ve kendi statülerini belirleyen eşleri bir çelişki içerisindedir. İzleklerin büyük bir çoğunluğu da bu iki “zıt” karakter ile okuyucuya sunulmuştur.

Annenin birkaç sözü teyze ile aralarındaki “iletişimsizliği”, annenin teyzeye karşı tutumunu ve teyzeyi eleştirmesini göstermektedir. Örneğin “Benim gibi allı güllü şeyleri sevmez. Hep sahici takar o.” demesi, teyze ile aralarındaki çelişkileri vurgulamaktadır. Annenin teyzeyi eleştirmediği de söylenebilir. “Paşa karısı olacak kadın.” sözü de teyze hakkında bizlere bilgi vermektedir. Teyzenin burnu havada, kendini beğenmiş bir kişiliğe sahip olduğunu görmekteyiz. Ayrıca, bu durumdan “eşlerin” sosyal statüyü belirlediğini de anlayabiliriz.

“Ablamın yaşını bilmem. Aramızda on yıllık fark var sanırım… Ne bileyim a kızım, ben kahır içinde yaşadım. Şimdi kim-bilir görseler beni onun ablası sanırlar. Kolay mı?” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 28) [5]

Anne teyzeden yaşça küçük olmasına rağmen böyle bir diyalog olmuştur. Annenin kendisini teyzeden daha yaşlı ve “hayat yorgunu” olduğunu düşünmesinin sebebi yaşadığı zorluklardır. Teyze, “zenginlik” içerisinde “Paşa karısı” olarak mutlu bir şekilde yaşarken; kendisinin “fakirlik” içinde yaşaması onu yormuştur. Bir kez daha “taşra” ve “şehir” yaşamı; “aşk” ve “para” evliliği; bunun beraberinde gelen “eş” ve “statü” farkı; sosyal, kültürel ve ekonomik çelişkiler vurgulanmıştır. Annenin teyze ile yarıştığı ve birbirlerini kıskandıklarını söyleyebiliriz. Bu alıntıdan annenin hem kendisiyle hem de teyzeyle yaşadığı bir çatışma verilmiştir.

“Yurdagül odayı açtı. Tek penceresi karşı evin duvarına bakıyordu. Çakaleriği ağacı, yaprakları küskün, hastalıklı, pencerenin dibindeydi.” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 31) [6]

Jale, teyzenin kızı ve Yurdagül ise teyzenin evinde çalışan hizmetçi kızdır. Yazarın Jale ve Yurdagül isimlerini seçmesinin bir sebebi vardır: “iletişimsizliği” ve “sosyokültürel farklılığı” ön plana çıkarmak. Yurdagül isminin “taşra havası” varken Jale adı daha “şehirli bir hava” katmaktadır. Bu durum teyzenin Yurdagül’e olan tavrını da açıklamaktadır. Yukarıdaki alıntıda ise Yurdagül’ün teyze tarafından ezildiği duygusu okuyucuya yansıtılmıştır.  

“Annemin Yurdagül’e yolladığı hediyeler… ‘Sakın verme kızım. Teyzen öyle yanında çalıştıklarıyla yüz göz olunmasını sevmez.’ İsmimi bilmiyor. Yüz göz olunmaz evin isim gereksenmediğini öğrenmeliydim.” alıntısından da Yurdagül’ün “alt tabakadan” olduğunu anlamaktayız. Bu olay bize taşralı kızın, teyzesi ve annesi arasındaki çatışmasından kurtularak “kendi kimliğini” elde etmeye çalıştığını göstermektedir.

“…Demek ki, üniversiteye gitmeye kararlısın. Vallahi kızım ne demeli bilmem. Jale'yi okuttuk da ne oldu. Evlenip gene çocuktu, kocaydı, aldığı diploma da süs. Üstelik bizim durumumuz uygundu… Gözlerini yüzüme dikti sustu…” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 29) [7]

Bu hikâyedeki son “iletişimsizlik” ise Jale ve taşralı kız arasındadır. Jale aynı annesine -yani Taşralı kızın teyzesine- benzemektedir. Teyzenin erkeklere, evliliğe ve hayata olan bakış açısı para odaklıdır. Annenin “aşk” evliliği yapmasını bu nedenle yadırgamaktadır. Annenin eşi fakir olduğundan, hikâye boyunca anneyi kocası üzerinden eleştirmiştir. Kızı Jale de aynı mantıkla büyütüldüğü için annesine benzer bir hayat yaşamakta ve onun gibi bir bakış açısına sahiptir. Jale okuduğu hâlde ev hanımı olmuştur. Teyzenin sosyal statüsü gibi Jale’nin de sosyal statüsünü eşi belirlemektedir.   İki kız da annelerine kişilik, hayat tarzı ve hayata olan bakış açısından benzemektedir.

Sonuç olarak; hikâyedeki figürler farklı sosyal çevreye, kültüre ve ekonomiye sahip olduklarından çatışmalar ortaya çıkmıştır. Hayata olan bakış açıları, yaşam tarzları ve hayattaki amaçları farklı olduğundan “iletişimsizlik” sorunu oluşmuştur.

 

PARASIZ YATILI

KONU: Öyküde yer alan “anne” figürünün yaşamından yola çıkarak kadının toplumsal yaşam içerisindeki yerini ve öykünün dikkat çekmek istediği noktaları değerlendirme.

KADININ TOPLUMDAKİ YERİ VE YOKSULLUK

            “Kadınlara olan bakış” ve “kadının toplumdaki değersizliği” bütün toplumlarda ciddi bir sorundur. Ancak sadece “kadına” değil, karşımızdaki “herhangi birine” olan bakış açımız ve tutumumuz; “karşıdakinin” nasıl biri olduğunu belirlemez, bizim nasıl bir kişiliğe sahip olduğumuzu gösterir. Füruzan, Parasız Yatılı hikâyesinde “yoksul ve kızını tek başına büyütme çabasında olan bir kadının toplumdaki yerini” konu edinmiştir.

            Ana izleklerin “yoksulluk” ve “kocası vefat etmiş, çaresiz bir kadına bakış” olduğu bu hikâye, annenin bir hasta bakıcı olarak çalışmaya başlamasıyla anne ve kızın hayatlarındaki değişimi anlatmaktadır. Anne ve kızın “toplumda var olma çabası” ile birlikte, “kadına olan bakış” ve “kadının değersizliği” vurgulanmıştır.

            Hikâyedeki anne figürü “mücadeleci” ama bir o kadar da “çaresiz” bir kadındır. Yoksulluktan dolayı “çaresiz olmaları” nedeniyle küçük kız da hep uslu ve yaşına göre çok olgun davranmak zorundadır. Kızı “olgun” davrandığından, annesi onu bir arkadaşı olarak görmektedir. Tabii bunun bir diğer nedeni hem annenin hem de kızının birbirlerinden başka kimselerinin olmamasıdır. Anneye en büyük desteği veren kişi kızı olduğundan annesi kızına büyük sorumluluklar yüklemektedir. “Bizim hastanedeki iş”, “İşimizi iyi yapmalıyız” cümlelerinden de anlaşıldığı üzere, kızına “kendi sorumluluklarını” yüklediğini görmekteyiz. Fakir ve çaresiz oldukları için bu duruma katlanmaları gerekse de annesi kızının “bir çocuk gibi yaşayamadığının” farkındadır.

“…Niçin babasını hep yaşayacak sanmışlardı? O da ölecek gibi görünmüyordu. Öyle dürüst öyle kesin bir adamdı ki; ölümün sinsiliği ona hiç gölge düşürmemişti. Evine her gece ekmek alıp gelen bir erkeğin yokluğu, sessizlik olup yerleşmişti odalarına. Yaşlı da değildi, demişti annesi. Hiç sekiz yaşında bir çocuk babasız kalır mı?” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 102) [8]

Bu alıntıdan, kızın babasının vefat ettiğini anlayabiliyoruz. Ataerkil bir toplum yapısına sahip bir ortamda, kocası vefat etmiş bir kadının “toplumdaki yeri” ve “toplumun kadına olan bakışı” hikâyedeki en önemli olgulardan biridir. Böyle bir kadının “hayata karışması”, çektiği zorluklar ve evde “eski” düzeni sağlamaya çalışması; onun çok mücadeleci ve güçlü bir kadın olduğunu göstermektedir.

Parasız Yatılı hikâyesinde, evdeki düzen bir “muşamba” ile sembolize edilmiştir. Kızın babası vefat etmeden önce, masada bir “çiçekli muşamba” serilidir ve bu durum eve düzenli bir gelir geldiğini göstermektedir. Bir başka deyişle ataerkil yapıya sahip bir toplumda evde erkeğin olması düzeni sağlamaktadır. Sonradan anne hastabakıcı olarak çalışmaya başlayınca kadar “muşamba” kaldırılır, çünkü düzen bozulmuştur. İş hayatında ve eve gelir getirme konusunda “erkeklerin” ön planda olması; “kadınların değersizliğini”, “ataerkil yapıda kadına olan bakışı” ve “kadının toplumdaki yerini” vurgulamaktadır.

“- Alıyorlar beni, bir iki güne kadar başlıyorum. Başhemşireye çıktım, iriyarı bir kadın. Bir bir sordu. Daha önce çalıştın mı? Kocan ne zaman öldü? Bu iş dur durak bilmez, fazla marifetli olmak lazım değil, çalışkan olmak gerek… Genç güzel kadınsın. Burada oluru olmazı bulunur. Ciddi ol. Bir şey denirse senden bilirim. Malûm kancık köpek kuyruk sallamadıkça hikayesi. Boya filan da istemez. Kendinden mi yanağının, dudağının rengi? İşte bilmem artık. Doktorlardan, şundan bundan yakınmak yok. Bir işte kalıcı olmak isteyen başta gelenlerine uyar. Uykun hafif mi? Düşün bir iş bulduk artık…” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 102) [9]

            Bu alıntıdan da anlaşılacağı üzere, başhemşire “toplumun kadına olan bakışını” okuyucuya yansıtmaktadır. “Kendinden mi dudağının rengi?”, “Ciddi ol.”, “Bir şey denirse senden bilirim.” gibi cümleler; o döneme ait toplumun hayata olan bakışını, kadının toplumdaki yerini ve kadınların hayatta karşılarına çıkan zorlukların altını çizmektedir. Anne, hayata yeni karışmaya başlayan bir kadındır. Tek amacı “evdeki eski düzeni sağlamak” olan bu mücadeleci kadına, “potansiyel suçlu” gözüyle bakılmaktadır. Bu hikâyeden, ataerkil bir toplumda, kadınların “topluma karışma çabasından” doğan güçlükler ile nasıl başa çıktıklarını öğreniyoruz. Mücadeleci kişilikleri sayesinde, “toplumdaki bazı kalıplaşmış fikirler” yıkılmaya başlamıştır. 

            Sonuç olarak; Parasız Yatılı hikâyesinde “yoksul”, “çaresiz” ve “mücadeleci” bir “anne figürü” ile “toplumda kadınlar hakkındaki bazı kalıplaşmış düşünceler” işlenmiştir. Ataerkil toplum yapısı olan bir ortamda “kocası vefat etmiş bir kadının” evde düzeni sağlaması, toplumun ona karşı “bakışı”, toplumda “kadının yeri” ve “kadının değersizliği” semboller, izlekler ve figürler ile okuyucuya sunulmuştur.

PİYANO ÇALABİLMEK

KONU: Öyküde “iletişimsizlik” öğesi, hangi figürler açısından ve nasıl ele alındığını değerlendirme.

İLETİŞİMSİZLİK VE SINIFLI YAPI

            Toplumlardaki sosyal, kültürel ve ekonomik farklar sınıflı bir toplum yapısını oluşturmaktadır. Toplumda “farklı kesimlerden insanların oluşu” bazen “çatışmalara” neden olabilmektedirler. Bu çatışmalar da “iletişimsizliği” yaratmaktadır. İnsanlar arasındaki “iletişimsizlik sorunu” nedeniyle bazen “yabancılaşma” ya da “ötekileşme” olabilmektedir. Bu hikâyede, bir kızın dünyasındaki, farklı sınıflara ait iki önemli kadın: “anne ve babaanne” anlatılmıştır.

            Füruzan bu hikâyesinde de kadınların toplumdaki yerlerini ve statülerini belirleyen kişinin “eş” olduğunu vurgulamıştır. Bunun yanı sıra yoksulluk ve sınıflı toplum yapısı da kadınların hayata olan bakış ve tutumlarını etkilemektedir. Anne eskiden zengin bir kadınken sonradan yoksullaşmış ve alt sınıfta geçiş yapmıştır. Ne kendisi ne de çevresindekiler “aidiyet”, “yabancılaşma” ve “ötekileşme” sorunlarını çözememişlerdir. Annenin böylesine zor bir durumda olması; hayattaki yerini, insanların ona karşı bakış açılarını ve kendisinin hayata karşı olan tutumunu belirlemektedir.

Temel çatışmalar arasında “şehirli” ve “dağlı” zıtlıklarını hissetmekteyiz. Anne ve diğer figürler arasında “sınıf farkı” olduğundan “iletişimsizlik” daha da artmaktadır. Anne ve kız, anne ve babaanne, anne ve baba hikâyedeki çatışmalardan bazılarıdır. 

“…Kadınlık kolay değil. Hiç yoktan yakıştırmak. Bak o basmayı Sümerbank'dan kaça aldım. Bastım suya çirişleri gitti. Bir de ütüledim. Bayrama, yetiştirip dikiverdim. Bunlar çocuklarının burnunu bile silmiyorlar. Ben konaklarda büyüdüm. Gel de anlat bu mahalle karılarına. Utum, piyanom, ellerimin güzelliği...” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 33) [10]

Bu alıntıdaki “piyano” hem en önemli sembol hem de bir leitmotivedir. Piyanoya sahip olmak bile başlı başına bir zenginlik belirtisiyken anne piyanoyu çaldığını da söylemektedir. Piyano “zenginliğin” bir sembolüdür. Anne ve çevresindeki insanları arasındaki “sınıf farkını” ve “iletişimsizliği” temsil etmektedir.

“Anlatırdı hep annem, gene anlatıyordu. Onu çok yabancılıyordum. Çevremizin dışındaydı anlattıkları. Hele o piyano çalma lafı yok mu, en korktuğumdu. Çünkü piyanoyu biliyordum. Piyano denilen şeyi çalmak iş değildi. O da bir sinemada görmüş olmalıydı. Gerçi Yavuz Sineması’na gitmiş olamazdı. Çünkü sinemaya verilecek paramız yoktu.” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 35) [11]

O anda yaşadığı ortam nedeniyle kızı annesine inanmamaktadır. Kızının “yoksulluk” içinde büyümüş olması da bu düşüncesini etkilemektedir. Bu inanmama durumu anne ve kız arasındaki temel çatışmayı doğurmaktadır. Piyano, hem kızın annesine “yabancılaşmasını” hem de annenin “eski düzenine yabancılaşmasını” ifade etmektedir. Bu iletişimsizlik başka diyaloglarda daha da belirginleşecek ve kız “yabancılaşıp” “ötekileşecektir”.

“- Anne takunyalarımı öğleden sonra giyebilir miyim? Bu ayakkabılar çok ağır, koşamıyorum.  - Ne yapalım. Bak iki senedir giyiyorsun. Bayramlarda takunyayla gezmekten iyi. Benim vaktiyle ceylan derisi ayakkabılarım vardı. Sende kibarlığa özenti yok ki. Ne de olsa kandır çeker. Dağlılara benzeyip çıktın.” (Füruzan,  Parasız Yatılı, 1996, s. 36)

Bu alıntıda da annenin kızını “dağlılara” benzemesi nedeniyle eleştirmektedir. “Dağlılar”, annenin “ötekileştirdiği” eşini ve eşinin ailesini kapsamaktadır. Kendini “üst sınıf” olarak örnek gösterirken, kızını “alt sınıf” olduğundan aşağılamaktadır. “Ceylan derisi” ayakkabılar ve “takunyalar” kızı ile olan iletişimi ve birbirlerine karşı olan “yabancılaşmayı” temsil etmektedir.

“Annemin hiç dönülmeyecek kadar uzak bir yerde olduğunu düşündüm. Sanki anlattığı karışık bilinmez şeylerle o da çekip gitmişti.” sözü de kızının annesine karşı “yabancılaştığını” göstermektedir. Bu yabancılaşma, anne ve kızı arasındaki “iletişimi” olumsuz etkilemektedir.

Anne için “şehirli” olmak statü, varlık ve zenginlik gibi pozitif bir durumken; babaanne “şehirde yaşamayı” hep kötülemektedir. Anne bu nedenle eşini ve eşinin ailesini eleştirip aşağılamaktadır. Maalesef kendi statüsünü belirleyen kişi de “eşi” olduğundan bunu gururuna yedirememekte ve kendi iç dünyasında da çatışma yaşamaktadır.

“Ben şehirliyim. Babanla evleneceğim kırk yıl düşünsem aklıma gelmezdi, on beşimdeydim ilk kocama vardığımda. Tifo vardı İstanbul'da. Saçlarım dökülüvermez mi, düğün gecesi kaldım saçsız. Gene de nasıl güzeldim! Ufak tefektim ama canfes gibi tenim, çekik ela gözlerim vardı.” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 34) [12]

Anne, her fırsatta kendisinin “üst zümreye” ait olduğunu vurgulamaktadır. Kocası “dağlı” olduğundan onu eleştirmekte ve ondan utanmaktadır. Annenin ve babaannenin düğünleri arasında ciddi bir fark vardır. Annenin düğünü “zenginliği” temsil ederken, babaannenin düğünü “yöresel ve mütevazı” bir hayatı sembolize etmektedir. Bu “uçurum” annenin etrafındakiler ile olan “iletişimini” olumsuz etkilemektedir.

“- Anne, babam ne zaman gelir?  - Onun gelmesi öğleyi bulur. Belki de öğle sonu gelir. Dalmışlarsa memleketten bahislere. Aman onların memleketleri de, bal kovanları da. Daha dillerini düzeltemediler. Hep toplanıp konuşmaktan... Ben babana göre değildim, ama ne yapacaksın, kader.” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 34) [13]

Anne ve baba arasındaki “iletişimsizlik”, anne ve “babaanne” arasındaki iletişimsizliğe benzemektedir. Ne yazık ki “kadınların toplumdaki yerini” eşleri belirlemektedir. Anne, kendisinden daha düşük bir sınıfa ait biriyle evlendiğinden sosyal statüsünde değişimler olmuştur. Aralarında böylesine bir “uçurum” olduğundan “iletişim” sorunu olmaktadır. Anne kendini eşine göre üstün görmektedir ve bu tutumunu sözleriyle ifade etmektedir. Açıkça “ben babana göre değildim.” demesi bunun bir kanıtıdır.

Annenin “Dilencilikten ne farkı olacak yaptığın işin? Nasıl söyleyeceğim Kadıköy’dekilere?” sözü de eşine olan bakışını göstermektedir. Anne kocasından utanmaktadır ve bu durum “iletişimsizliği” artırmaktadır. Birbirlerinin hayatlarına ve sosyokültürel yapılarına “yabancıdırlar”. Anne ve baba arasında geçen bu konuşmayı kızı duyunca, kız annesine daha da “yabancılaşacaktır”.

“Baban ne bayram anlar ne seyran. Nerde okumuş yazmış ince insanın hali. Biz İhsan'la Acıbadem'de hep okurduk. Anneannenler Kuşdili çayırına gezintiye çıktıkları vakit evde kalıp bütün romanları hatmederdik. Nerde o günler! Her şey geçti gitti. Parasızlıktan ablanı da genç yaşta evlendirdik. O üstelik asildir de. İlk kocamdan oldu ablan. Onu doğurduğumda on beş yaşındaydım.” (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 38)[14]

Annenin ablası, “şehirli” ve “eğitimli” olduğundan onu “kendi” sınıfından saymaktadır. “O üstelik asildir de.” cümlesindeki “de” bağlacı “kendisinin asil olduğunu” vurgulamak içindir. Ablanın eşi, şehirli olduğu için sosyal statüsü anneye göre çok daha iyidir. Füruzan bu noktada bir kez daha “kadınların toplumdaki yerini” ve “iletişimsizliği” vurgulamıştır.  

            Sonuç olarak, “Piyano Çalabilmek” hikâyesinde “sınıflı yapı” nedeniyle ortaya çıkan “iletişimsizlik” sorunu okuyucuya sembollerle sunulmuştur. Kadınların toplumdaki yerini eşler belirlerken ortaya çıkan bazı “uyumsuzluklar” iletişimsizliği oluşturmuştur. Figürler arasındaki sosyal, kültürel ve ekonomik farklar hayata olan bakış açılarını ve hayattaki tutumlarını etkilemiştir.

Suzan R. HOFSTEDE, 2020 

KAYNAKÇA

  1.   Füruzan, Parasız Yatılı, 1996
  2.  Suzan R HOFSTEDE, Parasız Yatılı Hikâyesinde İzlekler, Ankara, 2020
  3. Suzan R. HOFSTEDE, Parasız Yatılı Kitabının Taşralı Hikâyesinin Analizi, Ankara, 2020
  4. Suzan R. HOFSTEDE, Parasız Yatılı Kitabının Piyano Çalabilmek Hikâyesinde Kadının Toplumdaki Yeri, Ankara, 2020



[1] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 27,28,31,32)

[2] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 27,28,31,32)

[3] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 27,28,31,32)

[4] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 27,28,31,32)

[5] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 27,28,31,32)

[6] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 27,28,31,32)

[7] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 27,28,31,32)

[8] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 101,102,105,106)

[9] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 101,102,105,106)

[10] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 33,34, 35, 36,38)

[11] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 33,34, 35, 36,38)

[12] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 33,34, 35, 36,38)

[13] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 33,34,36,38)

[14] (Füruzan, Parasız Yatılı, 1996, s. 33,34,36,38)

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜNİVERSİTELİ OLARAK KENDİMİ KEŞFETMEK

    Doğan Cüceloğlu’nun “Var Mısın?" adlı eserini bir buçuk sene önce okumuştum ve çok beğenmiştim. Kitabı o zaman okuduğumda üniversite sınavına hazırlık sürecinde bana yardımcı olmuştu. Kafamda meslek seçimi ve üniversite seçimi gibi şeyleri planlamıştım ancak detayları planlamamda destek olmuştu. Kitabı şimdi de üniversiteye giden bir genç gözüyle okudum ve o anda fark etmediğim başka anlamlar gözüme çarptı. Düşüncelerimi sizlerle de paylaşmayı çok isterim. “Şimdi ve burada, bir başkasının kriterlerine göre var olmaya çabalayan bir insan mısın; yoksa kendi bilincinle oluşturduğun ölçütlere göre seçimlerini yapıp eyleme geçen biri misin?” [1] Kitabın ilk sayfalarından itibaren sık sık hayallere daldım. Kendimi sorguladım. Şu anki konumumu, hayattaki duruşumu sorguladım. Başka insanların kriterlerine göre yaşamak imkânsız. Herkesi aynı anda memnun etmek mümkün değil.   İnsanlar sürekli yorum yaparlar. Sizin kişiliğiniz hakkında, duruşunuz hakkında, başarınız h...

CRUISE MACERASI

    Şu aralar oldukça heyecanlı bir olay yaşıyorum. Annemle bir uluslararası sağlık hukuku kongresinde geldik. Peki neredeyiz şimdi? Tam olarak denizin ortasındayız. Ege denizinde. 4 Ekim Çarşamba akşamı Ankara'dan otobüsle İstanbul'a geldik. Galataport'ta biraz vakit geçirdik. Kahvaltı, gezme dolaşma, kahve içme, sohbet, biraz da ödevlerimi yapma ve ders çalışmayla geçti sabahım. Öğlen 12.00 gibi pasaport kontrollerinden geçip gemiye bindik. Cruise'a. 10 günlük bir turdayım şimdi. Denizde seyir günlerinde kongreye katılıyorum ve geminin içinde annem ve annemin arkadaşlarıyla sohbet edip geziyorum. Geminin içinde tahmin bile edemeyeceğiniz her şey var. Havuzlar, yemek yerleri, barlar, devasa bir tiyatro salonu (kongre sunumları da burada yapılıyor), bowling salonu, spor merkezleri, spa, çocuklar için oyun yerleri, sinema salonu, alışveriş yerleri hatta casino bile var! Ancak en önemli şey yok: İletişim. DÜNYA İLE BAĞLANTIMIZ KESİLDİ "Nasıl yani?" ded...

EHLİYET SINAVIM

    Lise hayatınız bitince ve on sekiz yaşınızı doldurunca gerçekten çok heyecanlı bir sürece atılıyorsunuz. Aşağı yukarı aynı zamanlarda üniversite sınavı, mezuniyet töreni, mezuniyet balosu ve araba kullanmaya başlama serüveni oluyor. Heyecanlı bir yaz tatili sizleri bekliyor. Haziran ayının sonu gibi liseden mezun olduk ve hayatımızın belirlendiği üniversite sınavından kurtulduk. Temmuzun başlarında da ehliyet kursuna başladım. Kursa başlama hikayem de hiç beklenmedik bir şekilde gerçekleşti. Ehliyetimi yaz tatilinde almaya kararlıydım açıkçası. Havalar bozmadan araba kullanmaya alışmak istiyordum çünkü. Ayrıca okul zamanı sürücü kursuna gitmek istemiyordum. Hazır bolca vakit varken rahat rahat kursa gidip kullanmayı öğrenmek istiyordum. Bir gün annemle sürücü kursu aramak için oturduğumuz yere yakın olan kursları gezip bilgi aldık. Bir kursta tam bilgi alırken "Dersimiz beş dakika içinde başlayacak. İsterseniz şimdi kaydolun ya da önümüzdeki ay başlayın dediler." Böyl...