Ana içeriğe atla

HAKKÂRİ’DE BİR MEVSİM-FERİT EDGÜ KİTAP ANALİZİ

 


 

Minimalist öykü: Olay örgüsünden yola çıkarak sayısız yorum yapılabilir. Kısadır. Ferit Edgü’nün en sık kullandığı metin türüdür.

Ferit Edgü, üslup ve felsefeyi önemser çünkü üslup insanı yansıtan en temel unsurlardan biridir. Kendini arayan bir metindir. Varoluşçuluk tarzına öykünmektedir.

Başlık Analizi ve Kitabın Başlangıcı: Kitabın eski adı “O”dur. Ötekileştirme veya döngüselliğin sembolü olan yuvarlak olabilir. “Bir Mevsim” ise geçicilik, döngü anlamı vermektedir.

İçindekiler Bölümü: Kitabın başında içindekiler var. “Ön ve Sonsöz” bölümü ile başlamaktadır. Normalde, ön ve sonsöz yazar tarafından yazılmaz ancak bu yapıtta kurgunun içine dâhildir. Bu da döngüselliğin bir sonucudur. “Birinci Bölüm’de” genel adlar var. Yerler ile ilgili. Mekan, uzam anlatılmaktadır. Yabancının uyumlanma süreci aşamasıdır. “İkinci Bölüm’de” ise özel adlar var.

Epigraf Bölümü: Uzun epigraf ile başlanmıştır. “Düş demek, gerçek demektir. (…) İlle de karşılaştırma istiyorsan, daha da gerçek, derim. Düş görmek, düşlemek, bir güce sahip olmak demektir.” (sayfa 5) Kitap hakkında ipucu sezdirilmektedir.  Olayların gerçekliği eser boyunca düşünülmelidir. Kişilere göre olayların algılanışı değişir. Bu nedenle gerçekler de herkes için farklı olabilir.

Ön ve Sonsöz: “A” ve “B” maddeleri ile başlamaktadır. Bu “A” maddesi, bilimsel metin türlerinde bulunur. Ansiklopedi mantığıyla ilerlenmektedir. “A” maddesinde Hakkâri kenti anlatılırken, “B” maddesinde okuyucuyla metin tanıştırılmaktadır. Bu maddeleme sistemi bilgilerin ve düşüncelerin sınıflandırılmasında ve insanın çevresindekileri anlamlandırmada kullanılmış olabilir. Ön ve sonsöz bölümünde deneyimler aktarılmıştır.

A)    HAK. KENTİ BÖLÜMÜ

Hakkâri “Hak” (sayfa 7) şeklinde kısaltılması, yazarın takdirine bağlıdır. Aslında, “Hakkâri” sözcüğünün kökeni “Hak” değildir. 

“Yarısı asker” (sayfa 7), Hakkâri’deki Türk-Kürt çatışmasını ifade etmektedir.

Arayış ve Sorgulama: Kendini arayan roman olarak adlandırılabilir. Tür karmaşası bulunmaktadır. Bu da yazarın kendi kimliğini araştırması olarak düşünülebilir.

            “Sende yaşayanlar/ ne tanrılar ne insanlar/ hiçbir iz bırakmamış gibidirler” (sayfa 7) Kentte yaşayan insanların eğitimsizliği eleştirilmektedir. Ötekileşip yabancılaşan bir kent betimlenmiştir.

Metinler Arasılık: Karakteri, olayı, yazarı, zamanı alıp başka bir metinde yeniden yaratmaktır.

“Kafka, karabasanlarında gördü belki seni, ama adlandıramadı (Ya da hiç girmedin onun düşlerine) (…) en korkunç kitabının konusu sen olurdun.” (sayfa 8) Abartma sanatı kullanılarak Hakkâri’nin ötekileştirilmesi ve halkının düşünce yapısı sembolize edilmiştir.

“Tolstoy bilseydi seni soyluluğundan bin beter utanırdı.” (sayfa 8) Tolstoy’un Hakkâri’yi bilmemesi Hakkâri’nin küçümsenip yabancılaşmasından dolayıdır.

“Dostoyevski sürülseydi sana Yer Üstünden Notlar’ı yazardı ya da Suç ve Suçu.” (sayfa 8) “Suç ve Suç” işlenen suçların cezasız kaldığını vurgulamak içindir. Yer “Üstünden” Notlar ise sorunların derinine inilmemesine ve insanların derinlemesine sorgulama yapamamasının kanıtıdır.

Geriye Dönüş: Kitap geriye dönüş vurgusu ile başlanmıştır.

Yabancılaşma ve Ötekileşme: “(Sen benden, ben senden olduğum halde, garip, yüzyıllar boyu hiç öğrenememişiz birbirimizin dilini.)” (sayfa 9)

Anlatıcı: Kentli. Köy ortamını yabancılamaktadır. “Uygarlığın büyük kentlerine” gitmiştir. Konuştuğu dil kentli insanın dili. “Sende konakladım.” (sayfa 9) Geçiciliğin kanıtıdır.

Şiir Kullanımı: Kapalı anlatım var. Söz sanatları kullanılmıştır. Kısa ve uzun cümleler bir aradadır. Duygular ön plandadır. Betimlemeler ve izlenimler anlatıcının gözünden ve yoğun duygu içerikleriyle verilmiştir.

Montaj-Kolaj Metin: Romanlar betimlemeler ile başlar ve bu eser de betimleme ile başlamıştır. Ancak bu metinde betimlemeler şiirsel bir üslup ile okuyucuya aktarılmıştır. Postmodern kuramında bir eserde içinde birden fazla metin türü olabilir. (Şiir, dilekçe, mektup kullanılmıştır.)

Tezatlık: “Senden uzakta yaşadım gerçek gurbeti.” (sayfa 10)

Tekrarlama (Tekrir) ve Seslenme Sanatı (Nida): “Kentim Hak.”

Kişileştirme: Hakkâri kişileştirilmiştir. Anlatıcı ve kent arasındaki çatışma “Hakkâri halkı” ve anlatıcı arasındaki sosyo-kültürel ve sosyo-ekonomik çatışmayı simgelemektedir.

B)    KAZADAN SONRA BÖLÜMÜ

“Ey okuyucu” seslenişi ile başlamaktadır. Bir anda şiirsel anlatım bölünmüştür.

Leitmotive: “Teknenin kaptanı olmak”(sayfa 12) metaforu ile “liderlik” anlamına gelmektedir. Deniz ile ilgili sözcükler leitmotivedir. “Haritalarda görülmeyen kayalara çarpıp batmamak” Denizcilik ve deniz ile ilgili leitmotiveler eser boyunca kullanılmıştır. Hayattaki engeller ve beklenmedik olaylar ile karşılaşmak anlamına gelmektedir. Varoluşçuluk felsefesi ile ilişkilendirilebilir. Hayatın sorumluluğunu almak ile ilgili bir eleştiride bulunmuştur.

Hakkâri’deki insanlar ile arasındaki iletişimsizlik, Hakkâri’yi yabancı olarak görmesiyle vurgulanmaktadır. “Bu kitapta yazılı olanları anlamakta güçlük çekebilirsin./ Çünkü anlamak ortak bir dil gerektirir./ Ortak dil ise,/ ortak yaşam, ortak bilgi, ortak birikim, ortak düş/ kimi yerde, ortak düşüş demektir.” (sayfa 12) “Dil sorunsalına” vurgu yapılmıştır. Ortak dil, deneyim ve birikimler doğrultusunda oluşmaktadır. Aynı dil konuşulsa bile farklı geçmişler iletişimsizliği doğurabilmektedir.

Anlatıcı kendi kimliğine yabancılaşmıştır ve kendi kimliğini sorgulamaktadır. Anlatıcı kendi kimliğini bir “gezgin”” olarak tanıtmaktadır. “Burada yazılanlar, insancıl bir deneyin damıtılmış parçaları. / Ola ki, bir gün yolunu şaşırmış ya da yolunu yitirmiş bir başka gezginin işine yarar.” (sayfa 13) Anlatıcının kendini tanımladığı ikinci kimlik “eski denizcidir”.  Denizciler, “seyir defteri” tutarlar ve bu metin türlerinin belirli bir türü yoktur. Bu nedenle bu eser bir romandan çok “seyir defteridir”. “Seyir” ise izlenimleri ve duyguları belirli bir metodoloji kullanmadan aktarılmaktadır.

Şiirsel ve duygusal anlatım kesilmiş ve açıklayıcı anlatım kullanılarak Hakkâri’yi nesnel bir şekilde betimlemeye başlanmıştır.

BİRİNCİ BÖLÜM

İmge: Soyuttur. Herkes farklı yorumlayabilir.

Simge: Somuttur. Herkes için benzer anlamlar ifade eder.

Dil, insanların iletişiminin derinliğini belirleyen temel unsurdur. Nedeni “deneyim ve kültür farklılığıdır.”

“Yabancılar Arasında Yabancılaşma” başlığı, ötekileştirmeyi ve yabancılaşmayı vurgulamaktadır. Yabancılaşmanın farklı türleri vardır: Bireyin kendine fiziksel ve ruhsal olarak yabancılaşması; fiziksel mekâna yabancı olmak; mekândaki kültüre yabancı olmak.

Varoluşçuluk kuramına göre toplumsal baskı ile bireylerin kimliği şekillenir. Bu nedenle insanlar kendi öz benliklerine yabancılaşırlar. “Kendime geldiğimde, çevremdeki insanlara denizi ve tayfaları sordum. Hiçbir şey anlamadılar.” (sayfa 19) “Deniz” kavramını bilemeyen halka denizi açıklamaya çalışmak iletişimsizliği vurgulamak içindir.

Parantez Kullanımı: Farklı nedenlerle kullanılabilir. Açıklama yapılabilir. Okuyucu ile olan iletişimsizliği azaltmak için de olabilir. Kendi kendini ikna etmek için, bilinç akışı olarak, ekleme yapmak için kullanılabilir. Anlatıcının sesi ve kimliği de bu şekilde anlaşılmaktadır, kendisini “güvenilmez anlatıcı” olarak okuyucuya sunmaktadır.

İstifham (Soru Sorma) Sanatı: Kimliğini ararken hem kendi sorgulamalarını okuyucuya aktarmakta hem de okuyucuyu düşündürmektedir.

“Hangi tufan atmıştı beni buraya?” (sayfa 19) “Tufan” sözcüğü kendi içindeki duygusal karmaşayı belirtmektedir. “Buraya” ve “ben” zamirleri de mekânı ötekileştirdiğini ve kendi benliğini tanımadığını belirtmektedir.

“Anımsamıyordum. (…) Bir kazazede miydim? / Yoksa bir sürgün mü / Yoksa bir mahkûm mu? / Öyleyse neydi suçum?” (sayfa 20)  Kimlik kaygısının olduğunu ve kendi geçmişini unuttuğunu belirtmektedir. Bulunduğu uzama karşı yabancı olduğu için kendisini bir “mahkûm” ve “suçlu” gibi hissetmektedir. “Anımsamamak” ise travmatik bir geçmişi olabileceğini sezdirmektedir.

“Çünkü günahların en büyüğünü işlemişim demektir: Ana dilimi unutmak.” (sayfa 21) Ana dilini unutmak; kültürünü, geçmişini ve kimliğini unutmak veya hiç tanımamış olmak anlamına gelmektedir. Bir “kaybolmuşluk” duygusu okuyucuya sunulmaktadır.

Hayal - Gerçek Çatışması: Geçmişin ve yabancı olduğu ortama geliş hikâyesinin gerçekçiliği sorgulanmaktadır. Gerçek kimliği bulma arayışı ve ana diline yabancılaşma olma durumu da bu çatışma içerisinde değerlendirilebilir.

“Hadi, şimdi anlat bakalım öykünü / kırık kalem.” (sayfa 23) “Kırık kalem” metaforu, hayata tutunma çabasını anlatmaktadır.

“Gereği Düşünüldü” başlığı karar verme ile ilgili bir ipucu vermektedir.

“Yaşamak, yaşamayı sürdürebilmek için kişiliğini bulmak zorundasın. (…) (Bunu, geçen zaman içinde başka on buyruk izledi.)” (sayfa 24) “On buyruk”, Hz. Musa’ya gelen “On Emir’e” atıfta bulunmaktadır.

“Kişilik. / Bulmak mı, yaratmak mı?” (sayfa 24) Kişiliğini bulmak için neden var olduğunu sorgulamak, atılması gereken ilk adımdır.

İç Monolog: “(…) diye cevap verdi bir başka ses. (Bu ikincisi ben olmalıydım. Ya da adını unutmuş, yolunu yitirmiş bir bilge.) Eser boyunca kendi kimliğini sorgulayan bu anlatıcı, kendi içindeki çatışmaları, “öz” düşüncelerini aktarmak için iç monolog kullanmaktadır. Ayrıca bazı yerlerde, parantez kullanımı da kendi iç sesini aktardığı anlamına gelmektedir.

Doğu Sorunsalı ve Kimlik Edinme: “(…) dedi Muhtar (çevirmenliğimi zaten o yapıyordu.) sende olan ve bizde olmayan bir şeydir. Sen bizim bilmediğimiz bir dili bilirsin ki bize o gereklidir.” (sayfa 26) Anlatıcı, farklı bir kültürde yetiştiği için “öğretmenlik kimliğini” o uzamda kazanmıştır. Ayrıca Doğu’daki eğitimin yetersizliğine atıfta bulunmuştur. Bu durum toplumdaki eşitsizliği ve farklılıkları belirtmektedir.

Dilsel Çeşitlilik: Şiir, ansiklopedi dili (dilin göndergesel işlevi), … Dilin çeşitliliği, anlatıcının entelektüelliğini belirtmektedir.

“Kimlik” Kavramının İncelenişi: Bu eserde, üç farklı düzlemde “kimlik” kavramı sorgulanmıştır: Anlatıcının kimlik arayışı, metnin kimlik arayışı, yazarın kimlik arayışı (felsefe düzeyinde sorgulamaktadır.)

Anlatıcının, cinsiyeti uzun bir süre boyunca belirtilmemiştir. Cinsel kimliğin verilmemesinin nedeni, okuyucuyu özgür bırakmak içindir. Ancak anlatıcı bir “denizci” olduğu için okuyucularda erkek figürü canlanmaktadır. Ayrıca, tartışılan konu bireysel bir konu değil, evrenseldir. Bu nedenle cinsel kimliğin herhangi bir önemi yoktur.

Anlatıcı kimliğinin bileşenleri şunlardır: Denizci, sürgün edilen, kazazede, kentli, öğretmen, öğrenen, öğreten.

Sınıf bölümü sıfat fiiller kullanılarak yazılmıştır çünkü gözlem ağır basmaktadır. Hakkâri’deki insanlar tanımlanırken ve kent betimlenirken de betimleme yapılmaktadır. Sözcük seçimleri ile vurgulanmak istenen noktalar belirtilmektedir. Eylemlerin, sıfatların ve isimlerin ağır bastığı yerler; sözcük seçimlerinin bilinçli kullanıldığını anlatmaktadır.

Virgül haricinde başka bir noktalama kullanılmamasının nedeni ise betimlenen öğrencilerin eşit olduğunu göstermektedir. Şiirsellik ile çocukların olumsuz yönleri net bir biçimde betimlenmiştir. “On altısı erkek, beşi kız” (sayfa 29) cinsiyetçiliği belirtmektedir.

Özetleme Tekniği: Okul ortamının özensiz olduğunu göstermektedir. Çocuklara ilgi gösterilmediğini belirtmektedir.

Bürokrasi ve Hiyerarşik Yapı: Okul tek katlı iken Hükümet Konağı’nın iki katlı olması hiyerarşik yapıyı göstermektedir. “Valinin evi. İkisinin ortasında tek katlı bir okul ile iki katlı Hükümet Konağı.” (sayfa 30)

Hayal ve Masal Tarzında Yazma: Hayal-gerçek çatışması bir kez daha vurgulanmadığı içindir.

“TCMİLLİEĞİTİMBAKANLIĞIHAKİLİMİLLİEĞİTİMMÜDÜRLÜĞÜ” Büyük harflerle yazılmasının nedeni bir ironidir. Satirik bir dil kullanılmıştır. Öğretmen bile olmayan bir okulun üstünde büyük harflerle “eğitim müdürlüğü” yazılmasının nedeni bir taşlamadır.

“Uyuma” Metaforu: Milli Eğitim Bakanlığı senli-benli konuşma tarzı ve hem Bakan’ın hem de “mantık” öğretmeninin içeri giren bir kişi geldiğinde uyumaya devam etmesi eğitime verilen önemin boyutunu sembolize etmektedir. Bu, “mantık, sosyoloji ve felsefe” öğretmeninin uyuması ise toplumda felsefe ve sorgulamanın “uyuduğunu” simgelemektedir. Ayrıca Bakan’ın konuşma tarzı hiyerarşik yapıyı ve anlatıcı hakkında bilgi sahibi olduğunu göstermektedir.

“Aldı, bir göz attı. / Yarın gelin, dedi” (sayfa 32) Devlet bürokrasisinin eleştirisi yapılmaktadır. “Yarın gel” demek, bir daha gelmeyin anlamına gelmektedir. Yani, eğitime önem verilmemektedir.

Ahlâki Yozlaşma: “Müdür Bey iyi adamdır, göz yumar.” (sayfa 33) Ahlâki yozlaşmayı göstermektedir.

Kitapta ismi olan kişilerin sayısının az olmasının nedeni, kimlik kavramının isim olmadan sorgulandığını göstermektedir.

“Rize Bakkaliyesi”, kültürel bir kodlamadır. “Çarşı. Bir zahireci dükkânı. Bir nalbant. Bir zahireci daha. Bir kahve. Memurlar kulübü.” (sayfa 34) Yerler, isimler ile verilmiştir.

“İki katlı, (…) yapı. TCSAĞLIKBAKANLIĞIHAKİLİSITMASAVAŞMERKEZİ” (sayfa 34) Sıtma hastalığı çağımızın hastalığı olmadığı hâlde burada bu hastalık için savaş merkezi kurulması geri kalmışlığın bir göstergesidir.  Ayrıca, bu hastalığı hâlâ yenememelerinden dolayı “büyük harf kullanımının” verdiği ironi de görülmektedir.

“Yürüdüm.” Sözcüğün tekrarı eylemsizliğin ve etrafta yapılacak hiçbir şey olmamasının nedenidir. Yürüme eyleminden daha önemli bir olay olmadığı için sadece yürüme eylemini fark etmektedir.

İnsan gözlendiği zaman strese girer. Bu duygu aktarımını belirtmek için cümleler giderek kısalmaktadır. Bu da dilin duygu aktarımdaki işlevini vurgulamaktadır. “Ben ve ötekiler” çatışmasının altı çizilmiştir.

Tekrarlama sanatı, eksiltili cümeler ve ünlem kullanımı; duyguların aktarılmasında ve yalnızlığın vurgulanmasında kullanılmıştır.

Kitapçının “dar kapılı ve penceresi olmayan dükkân” şeklinde betimlenmesi, bu köyümsü kentte yaşayanların cehaletini ve eğitime önem vermediklerini vurgulamaktadır. “Dar” sözcüğü ise sıkışmışlığın göstergesidir ve halkın “dar” görüşlülüğünü simgelemektedir. “Penceresi olmayan” sıfat tamlaması ise dışarı açılan hiçbir kapısının olmadığını ve orada yaşayan insanlara bilgi-kültür aktarımının olmadığını belirtmektedir.

Kurulan İlk İletişim: Anlatıcı, kendisine ilk defa gülümseyen bir kişi ile karşılaşmıştır, kitapçıyla. Kültürel tanıdıklık bulunmaktadır. Aynı dili konuşuyorlar. Bu noktada “tariz” sanatı kullanılmıştır. Hem konuşulan dil hem de ortak kültür ve benzer geçmişler vurgulanmıştır. “Saat” metaforu da “kentli” insanı simgelemektedir. Bu figür, kitaptaki tek entelektüel kişidir ve kitabın ilerleyen sayfalarında yok edilecektir.

Kültürsüz ve Bağnaz Toplum: “Yüz kadar, eski, tozlu, örümcek ağlarıyla kaplı kitap.” (sayfa 39) Kitapların “örümcek ağlarıyla kaplı” olması iki durumu açıklamaktadır: Bu toplumda kitap okuyan kimse yok ve “örümcek ağı” geri kafalılığı ve bağnazlığı simgelemektedir. Halkın düşüncelerinin tozlu olması, onların günümüzdeki çağın içinde yaşamadıklarının bir göstergesidir.

“Bıraktım seçsin. İlk kez bir başkası benim için bir şey seçiyordu.” (sayfa 40) Seçmek, sorumluluktur. Kitapları “aksakallı, bilge kitapçının” seçmesi, anlatıcının kimlik arayışında yol gösteren kişi olacağını belirtmektedir.

“Uzun gecelerde, yalnızlığın gecelerinde, bir de bakarsınız ki, o dilinden anlamadığınız kitap, sizin dilinizden anlamaya başlamış ve size açılıyor.” (sayfa 42) Kitapları anlamama nedeni sadece yazılan dil ile ilgili değildir. Bilindik bir yaşamı anlatmıyor oluşu da iletişimsizliğe ve anlamamaya yol açabilir. Burada, “dil” felsefî bir açıdan tartışılmaktadır.

“On” Sayısının Tekrarı: On emir ile karşımıza çıkan bu sayı tekrar edilmiştir.

Yağmurun başlaması, hızlanması ve dinmesi; figürlerin duygu durumlarını belirtmektedir. Doğadaki olaylar ile figürlerin iç dünyası betimlenmektedir. “Güneş’in parıldaması” ve “ebemkuşağı (gökkuşağı)” da kitapçıdan çıktıktan sonra kavuştuğu huzuru anlatmaktadır. İlk defa kendini dingin, umutlu ve güvende hissetmiştir. Ayrıca, gülümsemenin en çok görüldüğü bölüm, “Kitapçı” bölümüdür çünkü kendi dilini konuşan birini keşfetmiştir.

İhtiyar kitapçı kendisine miras kalan bir sözü aktarıp haritayı vermiştir. “Harita” simgesi, kimlik arayışının ve geçmişi öğrenmenin sembolüdür. Eser boyunca anlatıcı, haritayı her açmaya çalıştığında karşısına bir engel çıkması da kimliğini sorgularken yaşadığı duygusal karmaşaları belirtmektedir.

“El” metaforu ise ihtiyarın yardım edeceğini ve onun verdiği desteği göstermektedir. Semboller ile metinde duyguların ve olayların katman katman verildiği görülmektedir. “Sonuç” ise insanlık deneyi yapıldığını göstermektedir. İhtiyarın verdiği kitaplar sonucunda kimlik arayışında vardığı sonucu görmek istemektedir.

“Han” başlığı Orta Çağ’ı simgelemektedir. Ayrıca önceki bölümlerde kullanılan “tunç” ve “takas” sözcükleri de halkın düşüncelerinin geriliğini belirtmektedir.

Ötekileştirme Sorunsalı: “Kentimizin tek Süryanisi ve tek kitapçısı.” (sayfa 47)

“Ama kapıda ne sürgü ne kilit vardı.” (sayfa 48) Güvenin ve mahremiyetin olmadığını belirtmektedir. Bu durum halk ile anlatıcı arasındaki çatışmayı sembolize etmektedir.

“Adam yerinden kımıldamadı.” (sayfa 48) Bu cümlenin tekrarı ile durağanlık belirtilmiştir.

Dil ile Otorite Yaratma ve Güç Dengesizliği: “İlin, tabii il dediğimiz yalnız burası değildir, kazalar vardır, köyler vardır, bunların en yüksek mülkî amiri benim.” (sayfa 50) Burada virgüllerin kullanımı, tüm yerlerde otorite sahibi olduğunu göstermek içindir.

“Kara kaplı dosya” sicilin “kirli” olduğunu belirtmektedir. “Sağ el basmak” dürüstlüğün, vicdanın sembolüdür. “Cümleyi tamamlamadan alt satıra geçmek”, “hecelemek” ve “büyük harflerle yazmak”; valinin otorite kurduğunu ve anlatıcıyı küçümsediğini göstermektedir. “Burada cüzzamlılara bile yardım ediyoruz.” (sayfa 51) Alay ettiğinin ve düşünce yapısının Orta Çağ’dan kaldığını belirtmektedir. “Vali” bölümünde “iletişimsizlik” üzerinden kurulmuş bir “iletişim” sunulmaktadır.

“Tüm zarflar açılmıştı. Demek ilgilendiriyordum onları.” (sayfa 53) Özel hayatın ihlali ve göz hapsi altında tutulma vurgulanmıştır.

“Hep bilinmeyene yazılmaz mı?” (sayfa 62) Bilinmeyen okur ve bilinmeyen olaylar belirtilmiştir. “Çay” metaforu, zamanı temsil etmektedir. Zamanın birimidir. “Uzun sarı saç” (sayfa 63) Süryanileri betimlemektedir.

“Öylesine delik deşikti yüzümün derisi. Engebeli toprak parçası.” (sayfa 64) Anlatıcının kendini Hakkâri ile özdeşleştirmektedir.

Harita Sembolü: Leitmotivedir. Kimlik arayışındaki bir kişi için pusula işlevindedir. Sürekli haritayı açacakken yeni bir sorunun ortaya çıkması ise kimlik arayışının ne kadar zor olduğunu göstermektedir.

Teatral Teknik: Roman tiyatroymuş gibi yazılmıştır. Betimlemelerin ve diyalogların ön planda olması ise karakterlerin iç dünyaları ve kimlikleri hakkında derinlemesine bilgi vermek içindir.

Mektuplar, metinler arasılık görevinde kullanılmıştır ve eser içerisinde sık sık karşımıza çıkacaktır. Önemli bir semboldür, kimlik arayışında bir geçit gibidir.

“Müdür, Oh, maşallah, maşallah, sesleriyle karşıladı beni.” (sayfa 67) Müdür’ün anlatıcıyı aşağılaması ve dalga geçmesi bir kez daha sezdirilmiştir.

Hızlıca olup bitiveren, oldu bittiye getirilen şeyleri betimlemek için özetleme tekniği kullanılmıştır. Uyduruk bir odanın nasıl sınıf hâline özensizce getirilişi eleştirilmiştir.

Postmodernizm Tekniği: Asla bağdaşamayacak şeylerin bir arada olması bunun bir göstergesidir. “Dönüş” bölümünün girişinde sıralanan sözcüklerin kullanılması ve virgül kullanımı anlatıcının rahatsızlığını belirtmektedir.

“Yabancı” sözcüğünün kullanımı: Anlatıcı etiketlenmiştir ve ötekileştirilmektedir. Kendini üçüncü tekil kişi olarak betimlemeye başlaması kendisini sorgulamak içindir. “Yabancı atladı kamyondan jandarma karakolunun önünde.” (sayfa 70) Soyutlama tekniği kullanılarak anlatıcı kendine dışarıdan bir göz ile bakmaktadır.

Halk şiirine gönderme yapılmıştır. “Türkü”  olarak nitelendirilmesinin nedeni ise o halka ait olduğunu belirtmek içindir. Âşık atışması formunda bir tekerlemenin görülmesi ve Doğu Anadolu kültürüne ait “uzun hava” olması kendisinin o ortama yabancı olduğunu, o kültüre entegre olamadığını göstermektedir. Ancak anlatıcının “uzun hava” sandığı şeyin kentli birinin şiiri olması ise kendi içindeki kimlik, kültür ve dil arayışının, karmaşasının bir sonucudur. Hangi dili seçeceği konusunda iç çatışma yaşamaktadır.

Bebek ölümü, ilkel dünyaya ait bir sorundur. Halkın temel ihtiyaçların karşılanmadan eğitim vermek istemenin bir hayal olduğunu belirten bir eleştiridir.

“Kimlerin ölüsü? Yakınlarımın, sevdiklerimin mi? Yabancıların mı? (…) Belki kendimi bile gömdüm.” (sayfa 75) “Ölüleri gömmek” bir metafordur. Kendini gömmek, geçmişini bilmemek anlamında iken yakınlarını gömmek ise geçmişinde yaşadığı kötü olayları ve kişileri hayatınızdan silmek anlamına gelmektedir. “Yaşamak” kitabında “ölüm” olayların akışını değştirirken buradaki “ölüm” algısı çok farklıdır. Çocuğun annesi haricinde hiç kimse ölümü sorgulamıyor.  Ayrıca “Kuyucaklı Yusuf” kitabındaki “ölümler” de iyilik-kötülük dengesinin bozulmasını vurgulamakta ve büyük bir önem taşımaktadır.

Zazi: Muhtarın ikinci karısıdır ve Kürt’tür.

Metinler Arasılık Teoremi

1-      Bir başka türe gönderme yapmak: O türe gönderme yapmak veya o türün dilinden ve özelliklerinden yararlanmak. Montaj-kolaj tekniği.

2-      Bir başka metnin figürünü entegre etmek: Bir metin kişisinin farklı bir metinde aynı özellikleriyle hayat bulması.

Bu iki özellik, bu eserde görülmektedir.

“Burda hayat bu. / Çaresiz.” (sayfa 81) Peygamber motifi bulunmaktadır. Anlatıcı, kendini “Nuh” gibi tanımlamaktadır ve bundan dolayı kendini üstün görmektedir. “Nuh” adının kullanılması bir metinler arasılık örneğidir. Kendini “Nuh” ile özdeşletirmektedir. Kendi kimliğini onunkine benzeterek kimlik arayışında bir pusula gibi bunu kullanmaya çalışmaktadır.

“İstiklâlimizin marşını söyledik.” (sayfa 82) Kimlik arayışında bağımsız ve özgür olma isteği belirtilmiştir.

İç-Dış İlişkisi: Anlatıcı derdini çocuklara anlatamadığı için dışarı çıktı. Öğrenciler ile yaşadığı “dile dayalı” iletişimsizliği ve bundan doğan çatışmayı sembolize etmektedir. Başka bir yol bulmaya çalıştığı için dışarı çıkmaktadır. Bir “çıkış kapısı” bulmaya çalışmaktadır.

Yağmur Leitmotive’i: “Birazdan, kar değilse, yağmur, korkunç bir yağmur boşanacak gibi.” (sayfa 83) Kendini kötü hissettiğinde, duygusal bir karmaşa içindeyken, çaresizken “yağmur” motifi kullanılmaktadır.

“(kendimi saymıyorum)” (sayfa 84) O topluma karşı olan yabancılığına vurgu yapmaktadır. Ayrıca küçük harfler kullanılması da kendisinin o toplumda ezildiğini hissettiğini göstermektedir.

Sözcüklerin ayrı ayrı yazılma nedeni (sayfa 89), anlatıcının hayal kırıklığını vurgulamaktadır. “(…) açar açmaz yeniden yuvarlanıp eski durumuna geliyor.” (sayfa 90) Haritanın kapanma motifi tekrar edilmiştir.

Farklı şeylere dikkat çekmek için “iki ayrı zamanda yazılmıştır” notu düşülmüştür. Aynı olay, farklı şekilde anlatılacaktır. Anlatıcı, gerçekte ne olduğundan emin olmadığı için aynı olayları tekrar tekrar yazma gereksiniminde bulunmuştur. Ayrıca, halk “Orta Çağ” döneminde yaşarken kendisinin “günümüz” zamanında yazılması da bunun bir nedeni olabilir.

Aidiyet kavramının sorgulanması: “Dedim ya aslım buralı değildir, dedi. (…) Bu yeter mi? Şimdi senin evin de burda, sen buralı mısın?” (sayfa 94)

Seyit figürü: Ölen çocuğun babasıdır.

Halit figürü: Suç kavramı ve hayal-gerçeklik durumu tartışılacaktır.

Eşlerin (kadınların) erkeklerin bir malı olması: “Benimki” zamiri ve “ki” ilgi zamiri ile erkeklerin üstünlüğü ve toplumsal cinsiyet eşitsizliği belirtilmiştir.

Bu bölümün birinci kısmı, anlatıcının gözünden, öznel bir biçimde; ikinci kısmı ise üçüncü kişi anlatımı ile kameraman gibi objektif ve nesnel bir şekilde yazılmıştır. İkinci metinde anlatıcının duygu ve düşünceleri gözlemlenememektedir. Öykü türü ilce yazılmıştır. Bakış açısının ve anlatıcının okur üzerindeki etkisi gösterilmiştir.

İki metinde de ortak nokta “yabancılıktır”. Bu eser boyunca birkaç tip yabancılık söz konusudur: İnsanın kendi kimliğine ve geçmişine yabancı olması, insanın bulunduğu ortama yabancı olması, insanın kendi dış görünüşüne yabancı olması, insanın bir ortamda “ötekileştirilerek” yabancı olması ve insanın etnik grubu (bu eserde Süryaniler dışlanmakta ve Kürtler de yabancılanmaktadır.)

İnsan kendisine acı veren olayları hatırlamak istemez. Bu nedenle birinci metinde duygu aktarımı varken çoğu ayrıntı belirtilmemiştir. Ancak ikinci metinde ise objektif bir bakış açısı ile yazıldığından ayrıntılar daha net verilmiştir.

Üçüncü bölüm ise “açıklamadır”.

Zamir Kullanımı ve İç Dünya Betimlemesi: Eser boyunca “orası”, “orda”, “burda”, “belli belirsiz yerleri”, “oralıyım” gibi zamirlerin kullanılmasının nedeni anlatıcının bulunduğu ortama olan yabancılığını göstermektedir. Yazar, sözcük seçimi ile okuyucuya anlatıcının iç dünyasını, hislerini ve hem kendisiyle hem de çevresiyle olan çatışmalarını aktarmaktadır.

Bu eserdeki “Halit” ve Dönüşüm eserindeki “Grete” ortak noktalara sahiptir. İki figür de anlatıcıya/Gregor’a birer yoldaş gibi davranmaktadır. Benzer işlevlere sahiptirler.

Seyit’in bir çocuğa “yabancının” (anlatıcının) adını vermesi, onun kimliğini yaşatmak istediği içindir. Ayrıca, köylerde öğretmenlere “bilgi” kaynağı olarak bakıldığı için insanlar onu doktor da sanacaklardır. Artık anlatıcının bir de doktor kimliği bulunacaktır.

“Ey Okuyucu” gibi hitapların nedeni yazarın, okuyucuyu yapıttan uzaklaştırmak ve kitaba yabancılaştırmak içindir. Okuyucunun sürekli olayları sorgulamasını istemektedir.

Yazar niçin yazar? Yazarın bir görevi var mıdır? Yazarlık bir kimlik arayışı mıdır? Yazarlık gerçeklerin bir simülasyonu mudur? Gerçek yazarlık nedir? Yazmak için yazar olmak gerekir mi? Bu ve bunun gibi sorular felsefî açıdan irdelenmektedir sayfa 102’de.

“Fotoğraf uygarlık demek.” (sayfa 105) Hakkâri’de “iz” bırakan olmadığı için uygar olmayan bir toplum olduğu anlaşılmaktadır. “Uygarlık” kavramı, ilk yerleşik hayata geçen Türk medeniyeti olan “Uygurlardan” türemektedir. “Çağdaş” olmayan toplum eleştirilmektedir. “Kahire Modern” adlı eserde de bu sorun sorgulanmaktadır.

“Sevgiliden” bahsedilen bölümlerde bilinç akışı tekniği kullanılmaktadır. Yalnız bir kişinin sevgiliyi “önemsizleştirdiği” görülmektedir. “Yazacağım sevgilim, (…) ama bu gece değil, (…). Şimdi yapacak başka işlerim var.” (sayfa 106)

“Başka İşler” adlı bölümde Hz. Musa’ya gelen  “On Emir’e” benzer on tane madde yazılmıştır. Bu maddelerin, figürün kimliğini ararken kendisine yol gösterdiği görülmektedir. Aynı şekilde “On Emir” de Hz. Musa için yol gösterici harita görevi görmüştür.

“5. Kendine bir başka yurt arama.” (sayfa 108) Konstantin Kavavis’in Kent şiirinden bir alıntıdır. Metinler arasılık vardır. Aidiyet ve yabancılaşma arasındaki çatışma, kutupluluk vurgulanmıştır.

Kişileştirme ile haritanın yol göstericiliği hissettirilmiştir: “Haritam (…) bana bakıyor: ‘Aç beni! Aç beni!’” (sayfa 109)

“Ses” sözcüğünün tekrarının işlevi: Kimlik arayışında kendi gerçekliğini görmeyi ve kendi içindeki iç çatışmaları fark ettiği bir andır. Tamamen kendi özüne dönmek, “ses” kavramı ile dile getirilmiştir. “Sesler, hep bu sesler kulağında.” (sayfa 110) ve “Sen sus, iblisin sesi.” (sayfa 117) alıntılarında da “ses”  sözcüğünün işlevi görülmektedir.

“Labirent” başlığı, kimlik arayışındaki çıkmaz sokakları, zorlukları, endişeleri ve kayboluşları ifade etmektedir. Haritanın bir labirente benzemesi de yol gösteren şeylerin insanın bazen kafasını karıştırabileceğini, insanı umutsuzluğa sürükleyebileceğini göstermektedir.

“Utanmadan itiraf ediyorum bu korkuyu.” (sayfa 115) Korkuyu itiraf etmek, güçsüzlüğün acizliğin bir belirtisidir. Kaptanın, denizcinin korkması ise umutsuzluğun bir sembolizasyonudur. Hatırlama olayı bu noktada başlamıştır. Kendi gelişimini sağlamak ise kendinize bazı şeyleri itiraf etmek ile olmaktadır.

Dünya’nın turuncu çizilmesinin nedeni insanın şartlandığı bilgileri yıkması içindir. Genelde denizlerden dolayı insanların hayal dünyasında mavi bir gezegen oluşur. Ancak turuncu ve mavi “zıt renkler” olarak bilinmektedir. Bu zıtlığın bir diğer nedeni ise halk ile (anlatıcı için dünyanın kendisiyle) yaşadığı çatışmayı vurgulamak içindir.

“Ak Kuş-Kara Kuş” başlığı toplumla olan çatışmasını anlatmaktadır. Hoca (anlatıcı) ve Halit arasındaki çatışmayı göstermektedir. Ayrıca “günah-sevap” kavramlarının metaforik bir anlatımıdır. 

Dilekçe yazılması, metinler arasılık olduğunun göstergesidir. Devletin dikkate almayacağını düşündüğü için dipnot eklemiştir. Devlet ve anlatıcı arasındaki karşılaşma ve çatışma tekrar ele alınmıştır.

“Eli Kolu Kırık Ağıt” başlığı, hiçbir şey yapamama, çaresiz olma ve üzüntü duyma gibi anlamları içermektedir. Tevriye sanatı kullanılarak (gerçek anlamda da kabul edilebilen ancak mecaz anlamın kastedildiği söz öbeğidir) çaresizliğin altı çizilmiştir. Bu metin, çaresizliğin çırpınışlarını göstermektedir.

“Kör Baykuş” adlı esere gönderme yapılmıştır. Orada kolu kesilen birinin yazmaya devam etmek için verdiği çırpınış anlatılmaktadır. Metinler arasılık yapılmaktadır. Ölümle yüzleşilen bir ağıt verilmesi ise o bölgenin kültürü hissettirilmiştir. Halk hikâyesindeki gibi şiirsel bölümlerde duygu aktarımı varken düzyazı bölümlerinde olaylar aktarılmaktadır.

Güneş-Kar zıtlığı: Anlatıcının duygu ve kimlik karmaşasının bir göstergesidir.

Cinselliğin çok geç ortaya çıkması: Yalnızlıktan ve diğer temel ihtiyaçlarını karşılama çabasından dolayı bu istek geç gelmiştir. “Kız çocuğunun” bir malmış (temel ihtiyaçmış) gibi verilmeye çalışılması kadın bedeninin metalaştırıldığının göstergesidir. Muhtar, anlatıcı köye ilk geldiğinde kız çocuğu vermeyi teklif etmiştir ve anlatıcı bunu kabul etmemiştir.

“Bir kez daha batıyor gemim.” (sayfa 147) Umutsuzluğun son noktasında olduğu görülmektedir. Ayrıca “gemi” leitmotive’i tekrar edilmiştir. “Bırak yakamı okuyucu, çoğulum şu anda.” (sayfa 147) Herkesin başına gelebilecek olaylar yaşadığı için “çoğul” olduğunu söylemektedir.

İç-Dış uzamının ilişkisi, kimlik bağlamında işlevi: Yaşadıklarının dışına çıkmak için, yaşadıklarından uzaklaşmak için bunaldığını göstermek için bu ilişki eser boyunca verilmektedir. Ankara’ya dilekçe yazılmasının nedeni ise ölüm olaylarını başkent Ankara’ya taşımak içindir. Kendi içindeki karmaşayı, halkın acılarını bir üst kademeye bildirmektedir. “Yazmak” eyleminin tekrarı göze çarpmaktadır. Yazmak, anlatıcı için çare aramaktır. Ayrıca, kendi kimliğini bulmak için de yazmaktadır.  “Devlet” kavramının işlevsizliği eleştirilmektedir. Anlatıcı bir üst makama başvurunca, muhtarlık aşılama yapmak zorunda kalmaktadır.

Anlatıcı, birinci bölümde ortamın, uzamın gerçekliğini keşfetmiştir. İkinci bölümde ise insanların, kişilerin gerçekliğini keşfedecektir.

İKİNCİ BÖLÜM

Efsanevi bir hikâye (“Hattat” bölümü) anlatılarak metinler arasılık yapılmıştır.

“İki katlı bir ev, bu köyden olmayan bir insan için yakışık almazdı. (…) Yani ben yabancıyım (…).” (sayfa 163) Kentli-köylü çatışması bu diyalog üzerinden okuyucuya aktarılmıştır.

“Bizimkinde o da yoktu.” (sayfa 164) Bu cümle ile Halit’in suçu açıklanmıştır. Dilin kullanımı ile “Suç ve Suç” konusuna bir kez daha vurgu yapılmıştır. “Genç bir savcıydı. (…) Ölümden de korkmuyor olmalıydı.” (sayfa 165) Savcının deneyimsizliği nedeniyle ve tehdit ederek suçunun üstünü öreteceğini vurgulamaktadır. Bu noktada, devlet sisteminin iyi işleyemediği görülmektedir. Ayrıca “ağalık” sisteminin çökertilememesi ise bürokrasideki yozlaşmayı örneklendirmektedir.

Sayfa 170’te “mışlı” anlatım kullanılmasının nedeni metne masalsı bir hava katmak içindir. Bunun nedeni ise gerçek-hayal ikilemini vurgulamak içindir. Ayrıca alaycı bir anlatım de sezilmektedir, bu anlatım tarzı da suç kavramının altını çizmektedir.

Güç Dengesizliği: Doktorun otopsi yapması, güç dengesizliğini ve ağalık sistemini göstermektedir. Bebekler öldüğü zaman, dilekçeler üzerine sadece ebeler gelirken; ağa isteyince doktor gelmektedir.

Hurma Ağacı metaforu: Hurmanın tepesinin kesilmesi, Halit’in idam edilmesi gerektiğinin bir sembolizasyonu yapılmıştır. Ancak “Çiçekleri ise yoğun bir sperma kokusu salar…” (sayfa 175) cümlesi, Halit gitse de onun yerine yenilerinin geleceğini belirtmektedir.

Aladdin şiiri (sayfa 178) ile anlatıcının iyi kalpliliği imgeler üzerinden anlatılmıştır.

Halit artık olmamasına rağmen, anlatıcı Halit meselesini hâlâ sorgulamaktadır. Bunun nedeni hem başka yapacak bir işi olmadığı için hem de kendini işlevsel hissettiği içindir. Hayatındaki en ilginç sorunu irdelemektedir. Yabancının zamanını dolduran bir şey olmadığı için ve kendi varoluşunu sorguladığı için onun hayatının odağında “ölüm” vardır.

“Beni Ağamızın anasını emzirmiş. Ağamla böylece süt kardeş oluruz. (…) Çünkü yetim büyüdüm. Ve beşikten beri borçlu.” (sayfa 191) Yabancının gücü yetmemekle birlikte elinde ağalık sisteminin çökmesi için gereken bilgiler var. Devlet olmadığı için bu soruna çözüm bulunamıyor. Ayrıca, Halit’in geçmişi nedeniyle borçlu olmasını vurgulaması, yabancının kendisini anlayamayacağını ve aralarında bir iletişimsizlik olduğunu vurgulamaktadır.

Tezat Kullanımı: “Kimse bilmez. Herkes bilir.” (sayfa 195) Bu alıntı ile ağalık sistemi, tezatlık içeren bir cümle ile okuyucuya sunulmuştur.

“Yüzüme bakmıyor.” (sayfa 196) Doğu’daki “gelenek” ve kadınların aşağılanması eleştirilmektedir. Zazi, başkaldıran bir kadın figürüdür. Töreye karşı gelmek istemekte ve bunun için ölümü bile göze almaktadır. “Ama buna / bir yabancı / n’eyler?” (sayfa 197) Burada yabancının, kesik cümlelerle konuşmasının nedeni çaresizliğini vurgulamak içindir. Ayrıca, son dizede halk ağızıyla konuşmasının nedeni, Zazi’ye yardım etmek istediğini ve onunla iletişim kurabildiğini belirtmek içindir. Farklı dilleri konuşmalarına rağmen benzer düşüncelere sahipler.

“Onlar” bölümünde (sayfa 201) zıt sözcüklerin kullanılmasının nedeni, insanların farklı kişilere karşı farklı davrandığını belirtmek içindir. Normalde öldüren ve esirgemez olan Halit, Ağa’dan korkmaktadırlar. Ayrıca sıfatların kullanılması ise insanların iç dünyalarını betimlemek içindir.

“Deniz” metaforu, bu sefer olumsuz anda kullanılmıştır. Denizde olmak ve iki eli kanda olmak eş anlamlı gibi kullanılmıştır. Çünkü ikisinde de belirsizlik hâkimdir.

“Senin suçun ne biliyor musun Hoca, sen kendini başkalarının yerine koyuyorsun.” (sayfa 204) Yabancının kimlik arayışında yanlış yerde olduğunu belirtmektedir. Ayrıca tüm sorunların yükünü yabancı taşımaktadır. Her şeyi yabancının tek başına değiştiremeyeceğini göstermektedir. 

“Yenilme soğuğa ya da sözcüklere” (sayfa 207) “Sözcüklere yenilmek”, insanların algılarının dil ve anlatım ile değiştiğini belirtmektedir. “Tılsım” bölümünde metnin akışı yavaşlamakta ve tekdüze bir hâle gelmektedir. Bunun temel nedeni, anlatıcının olanları kabullenmesidir.

Anlatıcının kendini Tanrı’nın sıfatlarıyla özdeşleştirmesinin nedeni “KÂFİ, ÂFİ, ŞÂFİ” (sayfa 209), kendini Nuh Peygamber gibi görmesindedir. Bu noktada, “Hz. Nuh” bir leitmotivedir.

Ak Kâğıt Sembolü (sayfa 209): Kâğıt, anlatıcının Hakkâri’ye geldiğinden beri geçirdiği olayları simgelemektedir.  Mürekkep, hayatındaki çarpıcı olayları sembolize etmektedir.

Halit, Muhtar’a (Ağa’ya) karşı borçlu olduğu için Muhtar, Halit’i öldürmüştür.

“Değişik biçimlerde gördüğüm bu düş öldürecek beni. Bir süredir, düşlerimde hep böyle kapalı bir odadaydım. Ya celladım ya da kurban. Ya da bu kez olduğu gibi tanık.” (sayfa 231) Anlatıcının oynadığı roller belirtilmiştir. Bu bölümde gerçek ve düş kutupluluğu bir kez daha görülmektedir. Bunun nedeni ise Hakkâri’de olan olayların bir gerçekliği olduğunu ancak kentte yaşayan insanlar için gerçekçi olmayan bir düş gibi olduğunu vurgulamak içindir.

Kimlik arayışı “Tabirnâme” bölümünde tekrar ele alınmıştır. “Kim ki düşünde hep aynı düşü göre o iflah olmaya.” (sayfa 215) İstek kipiyle çekimlenen bu bölümde anlatıcının yapmak istediği ancak yapamadığı şeyler yazılmıştır. Kendi kişiliğinden dolayı sürekli etrafı sorgulamakta ve başka insanların çektiği acıları kendisi için dert edinmektedir. Öğretmen kimliği de bu durumdan ötürü bir sembol niteliğindedir. İnsanlara yardım etmek anlatıcı için büyük bir önem teşkil etmektedir. Bu kişilik örüntüsü nedeniyle kendisinin “iflah olmayacağını” düşünmektedir.

“O” harfinin sembolü: Döngüsellik, hiçlik, üçüncü tekil şahıs (ötekileştirme ve yabancılaşma), işaret sıfatı (ötekileştirme). “O, bir kitap değil gerçekte. Bir defter. (…) Sayfaları bomboş.” (sayfa 217) Defter, kimlik arayışının bir sembolü, parçasıdır. “Boş sayfalar”, anlatıcının kendi kimliğini bulması için bir haritadır. Tek yazan şeyin “O” olması da anlatıcının o toplumdaki yerini göstermektedir ve bu durum, kimlik oluşumunda önemli bir yere sahiptir.

“Kar” ve “çay” zamanın göstergesidir. Eser boyunca çay içme süresi ve karların erimesi, vb. geçen süreyi okuyucuya hissettirmektedir. Bu da taşrada insanların zaman kavramının saat olmadığını, doğa ve günlük hayatta olan şeylerin olduğunu göstermektedir.

Kitap Yakmak: Ötekileştirmenin bir sembolüdür. İnsanların bilgi edinmesini engellemek içindir. Ayrıca, kitapların “gençler” tarafından yakılması da geleceğin umutsuzluk dolu olduğunu belirtmek içindir.

“Açtığım kapıyı bir kez de başkaları kapasın, dedim içinden.” (sayfa 222) Eserin başında, Süryani’nin yaptığı yardım ile bağlantılıdır. Başkalarının yükünü üstlenmek ve başkaları için didinmek kavramları sorgulanmaktadır. Eserin başındakinin tam tersi bir yorum yapması ise anlatıcının kimliğindeki gelişimi ve değişimi göstermektedir.

“Çünkü tümünüz birbirinize benziyorsunuz.” (sayfa 225) Bu bölümde, “tümünüz” zamiri etrafındaki insanlara karşı yabancılaşmasını göstermektedir. Kendisini dışlanmış hissetmekte ve aidiyetsizlik duygusu sezilmektedir. “Benziyorsunuz” sözcüğü, kendisinin diğer insanlardan nasıl ayrıldığını göstermektedir.

“Darlık dergisinde çıkan son şiirim” (sayfa 229) Anlatıcının kendini yazarak keşfettiğini göstermektedir. Ancak bulunduğu uzamdan dolayı, yazı yazdığı için suçlanmakta ve bu kendisini “daraltmakta” ve bunaltmaktadır”. “Varlık” dergisinin adının “Darlık” olarak değiştirilmesi de hem bir metinler arasılık hem de bir imgedir.

Eserin “şehir” uzamında başlayıp “şehir” uzamında bitmesinin nedeni döngüsellik ve durağanlıktan dolayıdır. Yazar hem kitabın adını “O” koyarak hem de dil ve anlatımı bu nokta üzerinden kurarak halkın ve devletin durağanlığını eleştirmektedir.

“Son Ders” bölümünün başlangıcında özetleme tekniği kullanılmıştır. Eserdeki tüm konular ele alınarak genel bir eleştiri yapılmıştır. Son bölümde, anlatıcının kendi kimliğini keşfettiği görülmektedir.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜNİVERSİTELİ OLARAK KENDİMİ KEŞFETMEK

    Doğan Cüceloğlu’nun “Var Mısın?" adlı eserini bir buçuk sene önce okumuştum ve çok beğenmiştim. Kitabı o zaman okuduğumda üniversite sınavına hazırlık sürecinde bana yardımcı olmuştu. Kafamda meslek seçimi ve üniversite seçimi gibi şeyleri planlamıştım ancak detayları planlamamda destek olmuştu. Kitabı şimdi de üniversiteye giden bir genç gözüyle okudum ve o anda fark etmediğim başka anlamlar gözüme çarptı. Düşüncelerimi sizlerle de paylaşmayı çok isterim. “Şimdi ve burada, bir başkasının kriterlerine göre var olmaya çabalayan bir insan mısın; yoksa kendi bilincinle oluşturduğun ölçütlere göre seçimlerini yapıp eyleme geçen biri misin?” [1] Kitabın ilk sayfalarından itibaren sık sık hayallere daldım. Kendimi sorguladım. Şu anki konumumu, hayattaki duruşumu sorguladım. Başka insanların kriterlerine göre yaşamak imkânsız. Herkesi aynı anda memnun etmek mümkün değil.   İnsanlar sürekli yorum yaparlar. Sizin kişiliğiniz hakkında, duruşunuz hakkında, başarınız h...

CRUISE MACERASI

    Şu aralar oldukça heyecanlı bir olay yaşıyorum. Annemle bir uluslararası sağlık hukuku kongresinde geldik. Peki neredeyiz şimdi? Tam olarak denizin ortasındayız. Ege denizinde. 4 Ekim Çarşamba akşamı Ankara'dan otobüsle İstanbul'a geldik. Galataport'ta biraz vakit geçirdik. Kahvaltı, gezme dolaşma, kahve içme, sohbet, biraz da ödevlerimi yapma ve ders çalışmayla geçti sabahım. Öğlen 12.00 gibi pasaport kontrollerinden geçip gemiye bindik. Cruise'a. 10 günlük bir turdayım şimdi. Denizde seyir günlerinde kongreye katılıyorum ve geminin içinde annem ve annemin arkadaşlarıyla sohbet edip geziyorum. Geminin içinde tahmin bile edemeyeceğiniz her şey var. Havuzlar, yemek yerleri, barlar, devasa bir tiyatro salonu (kongre sunumları da burada yapılıyor), bowling salonu, spor merkezleri, spa, çocuklar için oyun yerleri, sinema salonu, alışveriş yerleri hatta casino bile var! Ancak en önemli şey yok: İletişim. DÜNYA İLE BAĞLANTIMIZ KESİLDİ "Nasıl yani?" ded...

EHLİYET SINAVIM

    Lise hayatınız bitince ve on sekiz yaşınızı doldurunca gerçekten çok heyecanlı bir sürece atılıyorsunuz. Aşağı yukarı aynı zamanlarda üniversite sınavı, mezuniyet töreni, mezuniyet balosu ve araba kullanmaya başlama serüveni oluyor. Heyecanlı bir yaz tatili sizleri bekliyor. Haziran ayının sonu gibi liseden mezun olduk ve hayatımızın belirlendiği üniversite sınavından kurtulduk. Temmuzun başlarında da ehliyet kursuna başladım. Kursa başlama hikayem de hiç beklenmedik bir şekilde gerçekleşti. Ehliyetimi yaz tatilinde almaya kararlıydım açıkçası. Havalar bozmadan araba kullanmaya alışmak istiyordum çünkü. Ayrıca okul zamanı sürücü kursuna gitmek istemiyordum. Hazır bolca vakit varken rahat rahat kursa gidip kullanmayı öğrenmek istiyordum. Bir gün annemle sürücü kursu aramak için oturduğumuz yere yakın olan kursları gezip bilgi aldık. Bir kursta tam bilgi alırken "Dersimiz beş dakika içinde başlayacak. İsterseniz şimdi kaydolun ya da önümüzdeki ay başlayın dediler." Böyl...