Ana içeriğe atla

HAKKÂRİ’DE BİR MEVSİM: YAZARLIK FELSEFESİ

 


            Ferit Edgü’nün yazdığı “Hakkâri’de Bir Mevsim” adlı eserinde sorgulanan en temel konu “kimlik” kavramıdır. Eser boyunca, kimliğini keşfetmeye çalışan anlatıcı ve edebî türünü keşfetmeye çalışan metinler topluluğunu görüyorsunuz. Ayrıca bu kimlik keşfi sırasında da “yazarlık” kavramı felsefî bir açıdan ele alınmakta ve “yazma” sanatının özellikleri detaylıca sorgulanmakta. Felsefe, edebiyat ve sorgulama üçlüsüne bayılan biri olarak bu kitabın bana çok farklı bakış açıları kazandırdığını söyleyebilirim. Eserde; satır aralarında geçen, okuyucuya hissettirilen bazı soruları kendi çapımda cevaplayarak “kendi kimlik” arayışıma bir katkıda bulunmak istedim. 

            İlk sorgulanan olgulardan biri yazmak için yazar olmanın gerek olup olmadığıdır. Yazma sanatını bu noktadan ele almak da kimlik arayışını doğal olarak beraberinde getirmektedir. Gerçekten de “yazmak” demek “yazarlık” mı demektir? Yoksa sadece duygu ve düşünceler için bir “boşaltım” şekli midir? Yazılan her şey değerli midir? Edebiyatta bir karşılığı var mıdır?

Tüm bu soruların bir cevabı olmalı. Ancak bu soruların cevapları öznel olduğundan “kimliğimizi” oluşturan temel unsur da bu soruların cevaplarıdır. Yani soru sormak ve sorgulamak kimlik arayışının sadece itici gücü, başlangıcıdır.

Gerçek yazarlık nedir?

            Bu sorunun cevabı için “gerçek yazarlık” kavramından önce “gerçek” kavramının anlamına ve boyutlarına bakılmalıdır. Bir şeyin gerçek olması için ortaya somut bir ürün konulması gerekli midir? Yoksa bir akım veya düşünce biçimi geliştirildiğinde, ona da gerçek denilebilir mi? Belki de “gerçek” denilen şey yalnızca bir tutkudan ibarettir. Tıpkı “yazma sanatında” olduğu gibi…

            Gerçek yazarlık için ise sorgulanması gereken temel kavram şudur: Yazan kişi yazmaktan keyif alıyor mu, yazma eylemini para kazanmak için mi yapıyor, yoksa toplumsal gerçeklikleri daha görünür kılmak için mi çabalıyor? Bunların hepsi “gerçek yazarlığın” olmazsa olmazları gibi görünüyor olabilir. Ancak bence “gerçek” yazar, yazmaktan keyif aldığı için yazmalıdır. Aksi takdirde “yazar” kabul edilemez. Elbette, toplumsal meselelere değinip bunu meslek hâline getirerek kazanç kapısı oluşturabilir. Ama “gerçeklik” olgusu gereğince bu işi “tutku” ile yapması şarttır. Sanırım benim “yazarlık” kimliğimi oluşturan şey de bunun ile şekillenmiş durumda. Kendi kimliğimi yazma sanatında keşfettiğim ve yazarken büyük bir keyif aldığım için yazmanın, “tutku” ile gerçek bir hâle bürünebileceğini düşünüyorum.

Yazmak için yazar olmak gerekir mi?

“Gerçek yazarlık” kavramını tartıştıktan sonra aklınıza takılan bir diğer soru ise yazma sanatını kimlerin yapabileceğidir. Bana göre yazarlık, herhangi bir düşünceyi ve duyguyu “tutku” ile harmanlayarak ortaya bir ürün koymaktadır. Bu yaptığım tanım, insanların kafasındaki “yazar” kavramından çok daha farklı galiba. Bu tanım ile herkes yazı yazabilir ve herkes yazar olabilir. “Yazar” olma şartları arasında sadece “tutku” ile yazma olduğuna göre, her bireyin içerisinde bir “yazar” potansiyeli yatmaktadır. Önünüzde ne bir yaş sınırı ne de bir eğitim engeli bulunmakta. Okuma-yazma bildiğiniz zaman ve duygularınızı, düşüncelerini aktarma yetisi kazandığınız zaman (Bu yetiyi de “tutku” ile elde ettiğinizi eklemeliyim.) rahatlıkla yazar olabilirsiniz.

Yazar niçin yazar?

Yazarın yazmak için birkaç farklı sebebi vardır. Kimisi bu nedenlerin arasında sanat yapma kimisi de toplumu eğitme olduğunu düşünür. Evet, hemen hemen tüm ders kaynaklarında ve edebî akım tartışmalarında bu iki kavram görülür. Ancak ben bu fikirlerin artık geride kaldığını düşünüyorum. Yazmanın temel nedeni, rahatlamaktır, tutkuyla yaptığın bir iş ile uğraşmaktır. Benim şu anda bu metni yazma nedenim de tutkudan başka bir şey değildir. Kendimi dinlendirmek, kendi ruhumu dinlemek ve kimliğim ile baş başa kalmak için yazıyorum. Uzun süredir sorguladığım olayları, düşünceleri, duyguları aktarmak ve kendimi hafiflemiş hissetmek için yazıyorum. Yani, sanata -edebiyata- yeni bir akım getiriyorum: “Sanat kendim içindir” akımı. Kendim için yazıyorum, kendi tutkularım, kendi kimliğim, kendi benliğim için…

Yazarın bir görevi var mıdır?

            Yazarların yazılı bir “görevi” olduğundan söz edilemez diye düşünüyorum. Herkes istediği herhangi bir “yan” nedenden dolayı yazmaya başlayabilir. (Unutmayalım ki ana neden “kendi tutkuları” içindir.) “Yazma yönetmeliği” gibi bir kavram henüz oluşturulmadığına göre “zorunlu” bir görevden bahsedilemez. Ancak yazarlar için toplumu düşündürmek, toplumu eğitmek, genç nesillere yeni bir bakış açısı kazandırmak, sanata yeni teoremler ve metotlar getirmek, kimlik arayışına çıkmak gibi görevler sayılabilir. Bu görevler daha çoğaltılabilir de elbette. Sadece “zorunluluk” diye bir şey olmadığından her yazılan metinde bir “görev” olduğu savunulamaz. 

Yazarlık bir kimlik arayışı mıdır?

“Kimlik arayışı” çok geniş bir kavramdır. Kimisi kimliğini doğada, kimisi kimliğini sevdiklerinin yanında, kimisi kimliğini “tutkuyla” yaptığı bir işle uğraşırken keşfeder (ya da inşa eder). Yazma sanatı, kesinlikle ama kesinlikle bir kimlik arayışı sonucunda doğmuştur. Bazı insanlar, günlük tutarken kendi hayatlarındaki gerçekleri fark eder ve kendi benliklerini oluştururlar.  Bazıları edebî eserler yazarken, okuyucuya seslenirken kendi özlerini fark ederler. Bazıları ise kendilerine seslenilen metinleri okurken kendilerini tanırlar. Benim için de “yazma sanatı” kimlik arayışı ile özdeşleşmiştir. İlkokuldan beri, “yazmak” benim kimliğimi ararken ve şekillendirirken farkında olarak ya da olmayarak başvurduğum bir yöntemdir. Bu nedenle büyük-küçük herkese bir tavsiyem var: Kendinizi “yazma sanatının” kollarına bırakın ve kimliğini keşfedin, inşa edin, geliştirin, olgunlaştırın. Yazmak, hayatınızın her döneminde size bir şeyler katacaktır çünkü kimliğin ta kendisidir.

Sonuç olarak, “yazarlık felsefesinin” temelinde yatan şey kimlik ve tutkudan başka bir şey değildir. İnsan kendisi için yazar, kendisini keşfeder, bazen başkalarını etkileyerek bir görev yerine getirmiş olur ve diğer insanların da yazarak kimliklerini aramaya çıkmalarını sağlar. Tutkular düşünceleri, düşünceler yazıları, yazılar da kimlikleri oluşturur.

Suzan R. HOFSTEDE

1 Ekim 2022

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜNİVERSİTELİ OLARAK KENDİMİ KEŞFETMEK

    Doğan Cüceloğlu’nun “Var Mısın?" adlı eserini bir buçuk sene önce okumuştum ve çok beğenmiştim. Kitabı o zaman okuduğumda üniversite sınavına hazırlık sürecinde bana yardımcı olmuştu. Kafamda meslek seçimi ve üniversite seçimi gibi şeyleri planlamıştım ancak detayları planlamamda destek olmuştu. Kitabı şimdi de üniversiteye giden bir genç gözüyle okudum ve o anda fark etmediğim başka anlamlar gözüme çarptı. Düşüncelerimi sizlerle de paylaşmayı çok isterim. “Şimdi ve burada, bir başkasının kriterlerine göre var olmaya çabalayan bir insan mısın; yoksa kendi bilincinle oluşturduğun ölçütlere göre seçimlerini yapıp eyleme geçen biri misin?” [1] Kitabın ilk sayfalarından itibaren sık sık hayallere daldım. Kendimi sorguladım. Şu anki konumumu, hayattaki duruşumu sorguladım. Başka insanların kriterlerine göre yaşamak imkânsız. Herkesi aynı anda memnun etmek mümkün değil.   İnsanlar sürekli yorum yaparlar. Sizin kişiliğiniz hakkında, duruşunuz hakkında, başarınız h...

CRUISE MACERASI

    Şu aralar oldukça heyecanlı bir olay yaşıyorum. Annemle bir uluslararası sağlık hukuku kongresinde geldik. Peki neredeyiz şimdi? Tam olarak denizin ortasındayız. Ege denizinde. 4 Ekim Çarşamba akşamı Ankara'dan otobüsle İstanbul'a geldik. Galataport'ta biraz vakit geçirdik. Kahvaltı, gezme dolaşma, kahve içme, sohbet, biraz da ödevlerimi yapma ve ders çalışmayla geçti sabahım. Öğlen 12.00 gibi pasaport kontrollerinden geçip gemiye bindik. Cruise'a. 10 günlük bir turdayım şimdi. Denizde seyir günlerinde kongreye katılıyorum ve geminin içinde annem ve annemin arkadaşlarıyla sohbet edip geziyorum. Geminin içinde tahmin bile edemeyeceğiniz her şey var. Havuzlar, yemek yerleri, barlar, devasa bir tiyatro salonu (kongre sunumları da burada yapılıyor), bowling salonu, spor merkezleri, spa, çocuklar için oyun yerleri, sinema salonu, alışveriş yerleri hatta casino bile var! Ancak en önemli şey yok: İletişim. DÜNYA İLE BAĞLANTIMIZ KESİLDİ "Nasıl yani?" ded...

EHLİYET SINAVIM

    Lise hayatınız bitince ve on sekiz yaşınızı doldurunca gerçekten çok heyecanlı bir sürece atılıyorsunuz. Aşağı yukarı aynı zamanlarda üniversite sınavı, mezuniyet töreni, mezuniyet balosu ve araba kullanmaya başlama serüveni oluyor. Heyecanlı bir yaz tatili sizleri bekliyor. Haziran ayının sonu gibi liseden mezun olduk ve hayatımızın belirlendiği üniversite sınavından kurtulduk. Temmuzun başlarında da ehliyet kursuna başladım. Kursa başlama hikayem de hiç beklenmedik bir şekilde gerçekleşti. Ehliyetimi yaz tatilinde almaya kararlıydım açıkçası. Havalar bozmadan araba kullanmaya alışmak istiyordum çünkü. Ayrıca okul zamanı sürücü kursuna gitmek istemiyordum. Hazır bolca vakit varken rahat rahat kursa gidip kullanmayı öğrenmek istiyordum. Bir gün annemle sürücü kursu aramak için oturduğumuz yere yakın olan kursları gezip bilgi aldık. Bir kursta tam bilgi alırken "Dersimiz beş dakika içinde başlayacak. İsterseniz şimdi kaydolun ya da önümüzdeki ay başlayın dediler." Böyl...