Derdimizi anlatmaya çalışırken dikkat etmemiz gereken en önemli
unsur seslendiğimiz toplumsal sınıfın farkında olmaktır. Aynı konuyu karşımızda
küçük bir çocuk ile konuşurken belli tarzda sözcükler kullanırken bir profesör
ile konuşurken bambaşka kalıplarla iletişimimizi sağlarız. İletişim esnasında
başarılı olmanın en önemli şartı kesinlikle karşı tarafın bizi
anlayabilmesidir. Bu nedenle cümle yapılarımızın, sözcük seçimlerimizin,
kullandığımız imgelerin, değindiğimiz kültürel unsurların belli bir uyuma sahip
olması gerekir. Attila İlhan da “Mustafa Kemal’in Sofrası” adlı şiirinde,
farklı sosyokültürel kesimlerdeki gruplara değişik şekillerde hitap ederek
güçlü bir iletişim kurmayı amaçlamıştır.
Şiirin en başında ve en sonunda tüm “Türkiye’ye” genel bir şekilde
hitap eden şiir kişisi, ülkenin sorunlarını konuşarak toplumu kalkındırmayı ve
barışçıl bir dünya yapısı oluşturmayı hedeflemektedir. İdeal bakış açısı ve
çözmeye çalıştığı “buğday sorunları” -yani toplumsal kalkınma meseleleri-
nedeniyle bu şiir kişisinin halktan biri olan -kendimizi yakın
hissedebildiğimiz- “Mustafa Kemal’in” gençliğidir. Farklı sınıflardan insanlara
farklı biçimlerde hitap ederek tüm ülkeyi tek çatı altında -bir sofrada-, huzur
dolu bir ortamda toplamaya çalışmaktadır.
Şiir boyunca “siz” diye hitap edilen genel kesim -Türk halkı-, şiir
ilerledikçe alt sınıflara ayrılmaktadır. “Ellerini satarak” “gözlerinin ışıktan
yoksun” olduğu işçi sınıfı ile konuşurken oldukça basit sözcükler seçilmiştir
ve kısa cümleler kullanılmıştır. İşçi sınıfının eksikliğini çektiği şey
“peynir, sucuk ve su” gibi temel ihtiyaçlar olduğundan, işçi sınıfını “sofraya”
çağırırken bu doğal gıdaları vereceğini söylemiştir: “Peynir kestim, sucuk
doğradım (…) sofraya buyurun sofraya”.
Esnaf ile konuşurken gene kolay bir cümle yapısı ve özenle seçilmiş
nesneler göze çarpmaktadır. “Gözü daima tok, karnı daima aç” olan bu esnaf
sınıfının omuzlarındaki yükü bir miktar olsun hafifletebilmek ve onlara destek
olmak amacıyla onlara “cıgara” ve “minder” vermek istemektedir. “Bu cıgara
senin, bu minder senin” dizesinden çıkarılacak en temel sonuç şudur: Esnaf
kesime hitap edebilmek için “sigara” sözcüğü yerine “cigara” diyerek güçlü bir
iletişim kurmaya çalışmıştır.
Eğitimli ve kentte yaşayan sınıf ile konuşurken cümle yapıları bir
anda karmaşıklaşmış, birçok imge ve metaforik sözcük kullanılmış ve belirli
sözcük seçimleri ile sağlam bir iletişim kurulmaya çalışılmıştır. Kent insanı
için “saat” ve “zaman” önemli olduğundan bu kelimeler sıkça tekrar edilmiştir.
Ayrıca eğitimli kesim ile konuşulan konular arasında “ajans”, ünlü bir filozof
olan “Hegel”, “kitaplar”, “sahaflar” ve “üniversite” bulunmaktadır.
“Unutma, bir tutam ışık getir sofraya, bir avuç fikret getir, bir
yürek dolusu Mustafa Kemal kalpakları tozlu paşaların çığlıklı gözlerinden, bir
tutam Kuvay-ı Milliye mavisi, bir avuç umut getir” dizelerinden de anlaşılacağı
üzere, eğitimli kesimden “sofraya” bir şeyler getirmesini istemektedir. Şiir
kişisi, “eğitimli” kesimin paylaştığı bilgiler ve insanları yönlendirmeleri ile
“buğday” sorunlarının aşılacağına ve ülkedeki toplumsal meselelerin ortadan
kalkacağına inanmaktadır.
Şiir kişisi alt kesimlerdeki insanlara kendisi bir şeyler verirken
eğitimli kesimden “ışık” ve “fikret” gibi soyut kavramlar getirmesini
istemektedir. Bu durum da “alma-verme” dengesi ile toplumu kalkındırmaya
çalıştığının bir kanıtıdır.
Sonuç olarak; şiir boyunca farklı dil, sözcük yapısı, dize
uzunlukları ve nesne seçimleri ile farklı toplumsal sınıflardan gelen halk,
ortak bir çatı olan “sofrada” toplanmaya çalışılmıştır. Herkese anlayacağı bir
dil ile hitap ederek tüm kesimler ile güçlü bir iletişim kurulmuştur.
Suzan R. HOFSTEDE
13 Eylül 2021
Yorumlar
Yorum Gönder