Evet, işe patron olarak başlamadığımı,
başlayamayacağımı son iki ay ve dokuz gündür çok net hissediyorum ve anlıyorum.
Artık çalıştığım ofis, benim için “salatalık teknem”, “domates teknem”. Malum,
ekmek çok kalorili. Ekmek teknesini kesinlikle kabul edemem.
Annemin yanında sekreter olarak işe
başladım. Zaten on sekiz yaşıma basmadan önce de onunla adliyede dilekçe
vermek, uzlaştırma dosyaları için kâğıt aramak, duruşmalara seyirci olarak
girmek, müvekkillerle tanışıp konuşmak (yeni yeni sekreter olarak not almak
için görüşmelere de girmeye başladım), “Uyap’tan” nasıl dilekçe göndereceğini
öğrenmek, “e-tebligatın” ne olduğunu öğrenmek gibi basit işleri yapıyorum ve
öğreniyorum. Yavaş yavaş randevulaşma gibi biraz daha ciddi işleri de yapmaya
başlayacağım.
Aslında annem de 2016 yılında Ankara
Hukuk’tan mezun oldu. Daha önceden yirmi yıl Hollanda’da genel cerrah ve damar
cerrahı olarak çalıştı. Hacettepe İngilizce Tıp mezunu bu arada. Şimdi de
genelde malpraktis davalarına bakıyor. Yani kısacası, annem geçmişte doktorluk
yaptığı için, bu alanda yüksek lisans ve doktoraya sahip olduğu işinde uzman.
Ama kendi yaşına rağmen sadece yedi-sekiz yıldır avukatlık yapıyor. “Bunu niye
anlatıyorsun?” diyeceksiniz, farkındayım. Hemen asıl konuya geliyorum. Yanında
işe başladığım kişi -annem- çok da tecrübeli olmadığı hâlde ve onunla hep
“avukatlık ortaklığı” kuracağımızı hayal etmemize rağmen işe patron olarak
başlamadım. Bunun bir nedeni de sanki sadece lise mezunu olmam. Böyle küçük
şeyler halledilir, dört beş yıla ben de üniversite mezunu olacağım inşallah.
Henüz on sekiz yaşında bir kız olarak
patron olmamam çok doğal elbette. Bunu kesinlikle ama kesinlikle
yadırgamıyorum. Beni yanlış anlamayın. İşe sıfırdan başlamanın önemini anlatmak
için yazıyorum bu satırları. Tabii lisedeyken ben hep liseyi bitirir bitirmez
avukat olacakmışım gibi konuşurdum. Hâlâ da öyle konuşuyorum. Okulda,
dershanede herkes beni “sınıfımızın avukatı” diye nitelendirir. Ben de role
kendimi fazla kaptırıyorum galiba… Bu nedenle şu anki işim beni pek kesmiyor
açıkçası, ne yalan söyleyeyim. Bir an önce doktora yapma aşamasına geçmek
istiyorum. Hatta profesörlüğümü iki güne alasım var. Aklım otuz-kırk yıl
ilerideki hayatımda yani.
İşe en alttan başlamak çok önemli. Bunu
annemle katıldığım toplantılardan, eğitimlerden, kongrelerden, annemin iş
arkadaşlarıyla buluştuğumuzdaki sohbetlerden anlıyorum. Tecrübeniz olmadan, iş
ve hayat tecrübeniz olmadan, patron matron olamazsınız. İş adını verdiğimiz
kavram sadece üniversitedeki sıralarda öğrenilen bilgilerden ibaret değil.
Pratikte, üniversitede öğrendiğiniz bazı bilgilerin gerçekte kullanılmadığını
görüyorsunuz. Hayatın acımasızlığını keşfediyorsunuz. Meslektaşlarınızın,
genelde sizden epeyce ileride olan meslektaşlarınızın, neler yaptıklarını
öğreniyorsunuz. Yapılan haksızlıkları, adaletsizlikleri, saçmalıkları
görüyorsunuz.
Bazı şeyleri deneyimleyemeyebilirsiniz
ama deneyimlemiş insanlardan bir şeyler öğrenmek de en az deneyimlemek kadar
önemli. Bunun için genç, hatta çocuk yaştan itibaren her yere girin, çıkın;
büyüklerinizle sohbet edin. Onlardan öğrenebildiğiniz her şeyi öğrenin. Genelde
büyüklerle konuşurken çekiniyor gençler ama özellikle de benim için “moruk”
kategoridekiler -lütfen kimse alınmasın- çocukları ve gençleri çok sevimli ve
tatlı buluyor. Korkacak bir şey yok. Hatta, genelde onlar, o ortamda
bulunduğunuz için sizi takdir ederler. Küçük yaştan itibaren hem deneyim
kazanmış olacaksınız hem de “network”ünüzü genişleteceksiniz. İleride patron
olabilmek için en önemli adımlar bunlar.
Bu yaz annemle Netflix’ten yabancı bir
dizi seyrettik. Dizinin asıl konusu patron ve patronun çocuğunun iş
yerindekilerle ilişkisi olmasa da kendimi patronun oğluyla çok özdeşleştirdiğim
için diziyi bu gözle izledim. Dizinin adı “Glamorous” bu arada. (Reklam amaçlı
değildir, sadece merak ederseniz izlemeniz için…) Diziyi kısaca özetleyeyim. Eskiden
ünlü bir model orta yaşlarındayken bir makyaj malzemeleri üretip satan firma
kuruyor. O şirketin batmaması için de sürekli yeni fikirler üretmeleri
gerekiyor. Hatta başka bir firmaya bu şirketi satma noktasına geliyorlar falan
filan. Dizide benim dikkatimi çeken şey ise kimsenin patronun oğlu olan adama
saygılı davranmaması ve onunla dalga bile geçmeleri. Annesi bile oğlunun
davranışlarını öğrenmek adına yeni başlamış aşırı genç ve deneyimsiz bir çocuğa
-bu çocuk, kadının sekreteri oluveriyor bir gün içerisinde- soruyor. Bir nevi
oğlunun dedikodusunu yapıyor. Bu arada oğlu da Amerika’da alınabilecek en iyi
eğitimleri almış, Standford’a gitmiş. Sekreter olarak işe aldığı kişinin ise
eğitimi falan doğru düzgün yok belli ki.
Bu dizi beni çok etkiledi. Günlerce “O
adama neden kimse saygı göstermiyor?” diye oturdum düşündüm. İşin içinden de
çıkamadım. Annesinin davranışlarından kaynaklanıyor olabilir diye düşündüm. Ama
tek nedenin bu olmayacağı aşikâr. Ben de anneme sormaya karar verdim.
Annemin cevabı ise şu oldu: “Ne kadar
tecrübesi olduğunu bilmiyoruz ama asıl sorunun otoritesizlik olduğu belli. Diziden
bağımsız gerçek hayattan bir örnek vereyim: Bir şirkette, kurulu bir düzen ve
tecrübeli, kalifiye elemanlar varken bir anda patronun çocukları herhangi bir
tecrübeleri olmadan başa geldiler. Altlarında çalışan insanlar ise hem kendilerinden
yaşça büyük hem de iş tecrübeleri var. Ayrıca da onların çocukluklarını biliyor
tüm çalışanlar. (Bu noktada beni yanlış anlamayın lütfen, elbette çalışanlarınız
sizden yaşça büyük de olabilir ama sizin belli bir iş deneyimine ihtiyacınız
var.) Böyle bir ortamda onların otorite kuramayacakları aşikâr. Bunun üzerine
otorite problemini ortadan kaldırmak için tecrübeli insanları işten çıkarmak
zorunda kalmışlar. Deneyimsiz insanlarla -Sadece deneyimsizlerle, yoksa elbette
bir iş yerinde deneyimli de olur deneyimsiz de. İnsanlar deneyim kazanmadıkları
için işe alınmayacak hâlleri yok. Bir yerden de başlamak zorunda ne de olsa.-
işlerine devam ettikleri için kalite düşmüş ve eski başarılarından eser
kalmamış. Bu nedenle patronun çocuğu bile olsan, çalışanlarla benzer bir pozisyonda
işe başlamalı ve kendini herkese kanıtlamalısın. İnsanlar senin ne kadar
çalıştıklarını görürlerse ‘Evet, o gerçekten bu pozisyonu hak ediyordu.’ derler.
Otoritesizlik problemi ortadan kalkar ve saygı çerçevesinde işlerine devam
edebilirsin. Bunun için de birkaç yıla ihtiyacın var.” dedi.
Bu gerçekten de çok mantıklı geldi. Elbette,
iş tecrübesinden kastım şimdi annemin yanında sekreter olarak çalışmak değil. Onun
da bana katkıları var, yok değil. Adliyeye girip çıkmayı, yolumu bulmayı, mübaşirlerle
konuşmayı, müvekkillerle iletişime geçmeyi öğrenmek benim yaşım için ciddi bir
deneyim ve kazanç. Ama hangi pozisyonu istiyorsanız o pozisyonla ilgili birkaç
yıllık tecrübeniz olmalı.
Hatta tecrübenizi iş hayatına atılmadan
önce de -yani üniversitedeyken ya da üniversiteye başlamadan önce-
artırabilirseniz sizin için faydalı olur. Yazın staj yapabileceğiniz yerler
ayarlatmaya çalışın. Belki okulunuz da ayarlıyordur. Bu imkândan faydalanın. Sadece
tanıdıklarınızın yanında staj yapmayın. (Böyle diyorum ama korkuyorum da
tanımadıklarımın yanında staj yapmayı. Fazla yıpranırım ve eğitimim ne olursa
olsun getir-götürcülükle işe başlarım diye. Annemin yanında yaptığım iş de
aşağı yukarı bu seviyede ama en azından bana sert cevap veren ya da azarlayan
birileri yok. Bilemiyorum. Bunun için henüz küçüğüm belki bir-iki sene sonra düşünürüm
bu seçeneği.)
Kısacası kimse hayata “patron” olarak
başlamaz. Bu herkes için iyi bir şey. Kimisi için çalışma motivasyonu olur bu. Kimisi
işlerin hakkaniyetli yürüdüğünü görüp mutlu bir şekilde işe gidip gelir. İnsanlar
kendilerini geliştirmek için ellerinden gelen her şeyi yaparlar. Otorite sorunu
ortadan kalkar. İleride herkes bir gün patron olabileceğini görür. Patron olmak
için risk almak, insan ilişkilerinde iyi olmak, iyi bir eğitime sahip olmak ve
deneyim sahibi olmak gerekiyor. Daha bu liste uzar gider elbette ama benim şimdilik
sayabileceğim en temel birkaç kriter bu. Deneyim, tecrübe şart. Sadece iş
deneyimi değil, hayat tecrübesi de lazım.
Yorumlar
Yorum Gönder