Ana içeriğe atla

KARDEŞİMİN HİKÂYESİ, EDEBİYAT VE KURGU-GERÇEKLİK

 


Sizce edebiyat nedir? Bu soruyu sorarken, cevap olarak okul kitaplarında ve sözlüklerde yazan tanımı kesinlikle beklemiyorum. Edebiyat, herkes için farklı bir anlama ve öneme sahiptir. Bence edebiyat gerçeklerin ve hayatın ta kendisidir; gerçekler, hayaller, korkular ve kurgular arasında kurulan bağdır.

İçimizdeki “gerçek bizlerdir” edebiyat. Hiç kimseye söyleyemediğimiz düşüncelerimizi, travmalarımızı, aşklarımızı, duygularımızı, bazen hayallerimizi bazen de hayatlarımızı paylaştığımız ortamdır. Kitaplar, romanlar yazarken “kurgular” eklediğimizi söylesek de bizler “yarattığımız” o hikâyelerde karakterlerin yerine geçerek “gerçekleri” anlatırız. Çoğumuz “edebiyat” denilen kavramı, “gerçeklerin bir aynası veya yansıması” olduğunu düşünse de aslında “hayatın birebir kendisini” anlatmaktadır.

Zülfü Livaneli’nin de Kardeşimin Hikâyesi adlı romanında belirttiği gibi “kurgular, gerçeklerden daha gerçek” olabilmektedir. Peki, Zülfü Livaneli sizce bu eserinde “kurgu ve gerçeklik” kavramları üstünde neden bu kadar çok durmuştur? Kitaptaki Mehmet adındaki karakter; travmalarından, geçmişinden, kendisinden, yani “gerçeklerden” kaçmaya çalıştığı için mi kurgulara bu kadar önem vermiştir? “Kurgusal” bir hayat, kişi ve geçmiş yaratarak “eski hayatını unutacağını” mı düşünmektedir? Kitap okumayı çok sevmesinin nedenlerinden biri de “kurguların içinde mutlu, huzurlu ve içine kapanık” bir hayat yaşayabileceği için midir?

Tüm kitap boyunca Livaneli; edebiyatın öneminden, getirdiği huzur ve mutluluktan bahsetmiştir. Hatta gençlerin kitapları okumak yerine özetlerini okuyarak “bir yorumda” bulunmalarını eleştirmektedir. Gençlerin ve orta yaşlıların “aşka” ve “edebiyata” olan bakış açılarındaki uçurum açıkça vurgulanmıştır.

Ayrıca, “aşk” ve “uçurum” kitabın her bölümünde ayrılmaz bir ikili olmuştur. Gazeteci kız “edebiyat ile harmanlanmış kurguları” saçma bulduğu için “edebiyata bu kadar düşkün” olan Mehmet ile aralarında büyük bir uçurum oluşmuştur. Bu iletişimsizliği belirtmek adına “Aramızdaki uçurum kapanmayacak cinstendi. (sayfa 189)” ifadesini kullanmıştır. “Erişilemez olma durumu ve iletişimsizlik”, Olga ile gazeteci kızın ortak noktasıdır. Olga Mehmet’ten daha üstün bir “varlık” olduğu için ona erişemezken, kendisi gazeteci kızdan daha üstün olduğu için gazeteci kıza erişememektedir.

Aslında, Mehmet’in “yalnızlığı” ve “insanlardan kaçışı” da çevresindekilerle arasında bir “uçurum” ve “iletişimsizlik” olmasından kaynaklanmaktadır. Yaşadığı travmalardan, başarısız olduğu “aşklardan” ve hayata olan bakış açısından dolayı insanlara karşı mesafelidir. Bu mesafeyi de insanlara “dokunmayarak” ve tüm gününü kitaplıkları arasında “duyguları öğrenmekle” geçirerek sağlamaktadır.

Bu noktada karşımıza ilginç bir soru daha çıkıyor: Bu kadar çok kitap okuyan, insanları iyi bir şekilde analiz eden, duygu ve düşüncelere ilişkin pek çok yazı yazan bir kişi nasıl “kendini ifade etmekte” bu derece zorlanabilir? “Kurgusal” bir hayat yaşadığı için “gerçek” duygularının farkında değil mi?

Kardeşimin hikâyesini kıza niye anlattığımı düşündüm. Kimsenin bilmediği aile hikâyemizi niçin tanımadığım bir kıza anlatıyordum acaba? … Hikâye anlatmak, belki de insan türünün en ayırt edici özelliğiydi. (sayfa 208)” alıntısından da anlaşılacağı üzere, Mehmet gazeteci kıza âşık olduğunun farkında değildir. Bir başka deyişle kurgu ve gerçeklik arasındaki bağlantıları tam olarak kuramamaktadır. Mehmet, “hikâye anlatmak” sözü ile “gerçeklerin” yanı sıra “kurguların” da var olduğunu belirtmek istiyor olabilir. Anlattığı olaylara kendisi de inanamadığı için “hikâyesine” “kurgusal öğeler” katıyor olabilir.

Son olarak, kitabın adından -“Kardeşimin Hikâyesi’nden”- bahsetmek istiyorum. Yazar, kitabın adında “hikâye” sözcüğünü kullanarak romanın bir “kurgudan” ibaret olduğunu belirtmek istemiş olabilir. Edebiyatın ve kurguların hayatımızın her yerinde olduğunu vurgulamak istemiştir. Edebiyatın verdiği huzurun altını çizmek adına da kitapta pek çok farklı yazarın ünlü eserleri hakkında bilgiler verilmiştir ve bağlantılar kurulmuştur.

Toparlamak gerekirse, Livaneli’ye göre aşk ve edebiyat “kurgulardan” oluşmaktadır. Ancak “kurgular bazen gerçeklerden daha gerçek” olduğu için kitaptaki karakter umudunu uzun bir süre boyunca yitirmemiştir ve yaşadığı travmatik olaylara karşı direnmiştir. Livaneli, “Aşk, bir uçurum kıyısında gözü bağlı yürümektir.” sözü ile “gerçek” aşkın bulunmasının zor olduğunu ancak imkânsız olmadığını belirtmektedir. “Kurgular” ve “edebiyat” ile “hayatın gerçekliğini” farkına varabiliriz. Bu nedenle “edebiyatı” hiçbir zaman bırakmamalıyız.

Suzan R. HOFSTEDE

20 Nisan 2021

 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

ÜNİVERSİTELİ OLARAK KENDİMİ KEŞFETMEK

    Doğan Cüceloğlu’nun “Var Mısın?" adlı eserini bir buçuk sene önce okumuştum ve çok beğenmiştim. Kitabı o zaman okuduğumda üniversite sınavına hazırlık sürecinde bana yardımcı olmuştu. Kafamda meslek seçimi ve üniversite seçimi gibi şeyleri planlamıştım ancak detayları planlamamda destek olmuştu. Kitabı şimdi de üniversiteye giden bir genç gözüyle okudum ve o anda fark etmediğim başka anlamlar gözüme çarptı. Düşüncelerimi sizlerle de paylaşmayı çok isterim. “Şimdi ve burada, bir başkasının kriterlerine göre var olmaya çabalayan bir insan mısın; yoksa kendi bilincinle oluşturduğun ölçütlere göre seçimlerini yapıp eyleme geçen biri misin?” [1] Kitabın ilk sayfalarından itibaren sık sık hayallere daldım. Kendimi sorguladım. Şu anki konumumu, hayattaki duruşumu sorguladım. Başka insanların kriterlerine göre yaşamak imkânsız. Herkesi aynı anda memnun etmek mümkün değil.   İnsanlar sürekli yorum yaparlar. Sizin kişiliğiniz hakkında, duruşunuz hakkında, başarınız h...

CRUISE MACERASI

    Şu aralar oldukça heyecanlı bir olay yaşıyorum. Annemle bir uluslararası sağlık hukuku kongresinde geldik. Peki neredeyiz şimdi? Tam olarak denizin ortasındayız. Ege denizinde. 4 Ekim Çarşamba akşamı Ankara'dan otobüsle İstanbul'a geldik. Galataport'ta biraz vakit geçirdik. Kahvaltı, gezme dolaşma, kahve içme, sohbet, biraz da ödevlerimi yapma ve ders çalışmayla geçti sabahım. Öğlen 12.00 gibi pasaport kontrollerinden geçip gemiye bindik. Cruise'a. 10 günlük bir turdayım şimdi. Denizde seyir günlerinde kongreye katılıyorum ve geminin içinde annem ve annemin arkadaşlarıyla sohbet edip geziyorum. Geminin içinde tahmin bile edemeyeceğiniz her şey var. Havuzlar, yemek yerleri, barlar, devasa bir tiyatro salonu (kongre sunumları da burada yapılıyor), bowling salonu, spor merkezleri, spa, çocuklar için oyun yerleri, sinema salonu, alışveriş yerleri hatta casino bile var! Ancak en önemli şey yok: İletişim. DÜNYA İLE BAĞLANTIMIZ KESİLDİ "Nasıl yani?" ded...

EHLİYET SINAVIM

    Lise hayatınız bitince ve on sekiz yaşınızı doldurunca gerçekten çok heyecanlı bir sürece atılıyorsunuz. Aşağı yukarı aynı zamanlarda üniversite sınavı, mezuniyet töreni, mezuniyet balosu ve araba kullanmaya başlama serüveni oluyor. Heyecanlı bir yaz tatili sizleri bekliyor. Haziran ayının sonu gibi liseden mezun olduk ve hayatımızın belirlendiği üniversite sınavından kurtulduk. Temmuzun başlarında da ehliyet kursuna başladım. Kursa başlama hikayem de hiç beklenmedik bir şekilde gerçekleşti. Ehliyetimi yaz tatilinde almaya kararlıydım açıkçası. Havalar bozmadan araba kullanmaya alışmak istiyordum çünkü. Ayrıca okul zamanı sürücü kursuna gitmek istemiyordum. Hazır bolca vakit varken rahat rahat kursa gidip kullanmayı öğrenmek istiyordum. Bir gün annemle sürücü kursu aramak için oturduğumuz yere yakın olan kursları gezip bilgi aldık. Bir kursta tam bilgi alırken "Dersimiz beş dakika içinde başlayacak. İsterseniz şimdi kaydolun ya da önümüzdeki ay başlayın dediler." Böyl...